Minyon Güneydoğu Anadolu Turu- Hatay

Hatay Merkez
Hatay'a uygun uçak bileti bulduğumuza sevinmiştik, ancak  'acaba sadece biniş mi fiyata dahildi de havaalanının üzerinde sekiz tur attık' dedirten bir yolculukla başladık. Uçaktan siyasi haritadaki Hatay'ı seçmemizin ve inatla yere yaklaşamamamızın nedenlerini sorgularken, bir yolcu pilotun Suriye hava sahasına girmemeye çalıştığını tısladı mistik bir şekilde.Bir şekilde inebildik. Ben de kendimi lazanya yaprağı şeklindeki tavanı ve yoğunluğa bakılırsa uzun süre iç hatlar uçuşu almamış havaalanı personelini, (esenboğada elinde ışıklı zıngırtıyla uçağı aprona çeken eleman burada yerini el kolla gel abi gel diyen değnekçiye bırakmıştı) uçağı alanın ortasına lök diye çaprazlama park eden pilotu ve binaya yarım kilometre yürüten  zihniyeti gözlemlemekle ödüllendirdim.


Merkezden kareler
Hatay'da geçen tüm bir günümüzün yarısı, ne yazık ki talihsiz gelişmelere kiralanmıştı. Öncelikle lütfen Hatay Havaalanı'ndan taksiye binmeyin. Kat edecekleri mesafe ile isteyecekleri parayı orantılamak konusunda hangi eleştirel ekonomi teorisini geliştirdiler gerçekten bilmiyorum. Taksimetre de açmıyorlar. Fiyat sorunca da vücutlarının oturmak için kullandıkları kısımlarını referans göstererek oldubittiye getirmeye çalışıyorlar. Havaş da var ve direk merkeze gidiyor. Asker ziyaret edecekseniz- bizimki öyleydi- sürün güneş kremini, yorgunluktan ölmüyorsanız yürüyün. Alana arabayla sadece 2 dakika uzaklıktaki, asker ziyaret edeceğimiz Serinyol Jandarma Birliğine bizi iki kişi 25 liraya götürdü. Konunun en ilginç tarafı taksicinin bizi bırakırken tüm o hırgürü duymuş olmasına rağmen 'Taksi lazım olursa gelir alırım ben sizi' diyerek 'belki doymamışsınızdır' der gibi kartını vermesi oldu. Uğruna eziyet çektiğimiz asker ziyaretimiz ise 3 saat bekleme ve yarım saat görüşebilme şeklinde gerçekleşti.

Annemle tünelimsi çarşıların içinden geçtik. Künefenin kadayıfı yapılırken izlemek ilginçti. Sürekli dönen kızgın saca tel şeritler halinde kadayıf hamuru döküyorlar, o da inceliği sayesinde birkaç saniye içinde krep mantığıyla sactan kurtuluveriyor. Kadayıfları kendi deyimimle 'yoluk' yapıp vitrine koyuyorlar. Çok özendim ve modifiye girişimlere yeltendim ancak, yanıma malzemesini alsaydım Ankara'ya sabit düzenime dönene dek alacağım kadayıf  da künefe peyniri de Allah'ına kavuşurdu. Bu nedenle aynı gün dönmeyecekseniz ya da no frost buzdolabıyla gezmiyorsanız peynire de kadayıfa da elleşmeyin yanınızda zebil olmasın. Bizim daha iki seferi günümüz vardı.
Medeniyetin en eski camilerinden biri
Yolda tavsiye üzerine haytalı bici bici denedim. Görüntüde karlanmış limonatayı ve pembe pamuk şekeri andıran bir kase dondurmaydı benim için. Ancak haytanın ne olduğunu derinlere indikçe anladım. Tabana yerleştirilmiş değişik aromalı bir su muhallebisi üzerine karlı dondurmaymış. Farklı varyasyonları var, hatta hayta bici bici değildir diyen de varmış. Her versiyonuyla süprizlere açık bir tatlıydı diyebilirim.Benim yediğim bu mantıktaydı.
Hemen nehrin karşısındaki Hatay Arkeoloji Müzesine yollandık. 
 Hatay Arkeoloji müzesinin tek avantajı, henüz Antep Mozaik müzesini görmemiş olmamdı. Milenyumun icadı Müzekart sayesinde yaklaşık 15 dakikada sonlanan bir mozaik gezintisi yaptık.Ancak yanıltmasın, Hatay çok köklü bir tarihe sahip. Ev sahipliği yaptığı birçok uygarlık, haliyle müze vitrinlerine yansıyan onlarca farklı tarz var. 

Harbiye şelalelerinden biri
Harbiye'nin  namını duyduğumuzdan merkezden dolmuşla 20 dakikalık mesafedeki şelalelere yola çıktık. Şelalenin suyunu çay bahçesine yönlendirerek masaların sandalyelerin altını havuzlara çevirmişler. Denizde rahmetli dedem ve okey arkadaşlarının sığ suya plastik sandalye ve masa atıp  çift okeye dönükleri konsepti çay bahçesi pazarlamak için kullandıklarını gördüğümde açıkçası gülesim geldi. Harbiye şelaleleri için sağlam bir yokuş indik, daha da kötüsü çıktık. Ancak irili ufaklı şelaleler ve şelalecikler, yaldır yaldır su sesi ve çay bahçeleri dışında o civarı özel yapan herhangi bir numara yoktu. Ortamdaki az buçuk yeşile ve şelale ambiansına hamburger, patates, tost, çay kakalamaya çalışılıyordu. Açıkçası girişine hediyelik eşya standlarının yığıldığı pek çok mesire yerinin bende yarattığı alerjik reaksiyona güvenmem gerekiyormuş onu bir kez daha tescilledim.   

Hatay'ın yemek turizmi o şelaleleri, çarşı pazarını her türlü katlayıp kenara koyabilecek nitelikteydi. Çoğu kişinin bildiği Anadolu Restoran'da mezelerin Hatay yorumunu 'dinledik'. Kesinlikle çok şey anlatıyordu. Tahinli tarator, acılı ezme,babagannuş, humus ve daha aklıma gelmeyenlerden oluşan bir tabak istedik. Aslında iki kişi oluşumuz ve ortaya küçük deneme tabağı olayına girmemiz, önümüzdeki bölümlerde pek çok örnekte bizi mide fesatından esirgeyecekti. (bkz. İmam Çağdaş).Ana yemek olarak denediğimiz, fırında pişen kocaman bir köfteyi andıran tepsi kebabı da güzeldi. Zarif midem bana her et ürünü ve kullanılan yağ çeşidini laboratuvar hassasiyetinde ve zorla geri bildirdiğinden, bu üç günlük yolculuk boyunca hiçbir sorun yaşamamış olmam şaşırtıcıydı. Güneydoğu etlerinin ve mutfağının kalitesini benim için ortaya koyan bir başka nokta da bu oldu.Üç gün boyunca kötüyü geçtim eh işte-lik ya da fena değil-lik  tek bir yemek bile gelmedi karşımıza. Ancak sıkıntı şu ki, Güneydoğu'da ve açsanız, restoranda önünüze gelecek mezelere yüklenme ve asıl yemekten önce şişme olasılığınız çok yüksek. Uymayın.Lavaşı masanı kenarına ittirin.
Ara sokaklar
Planlama konusunda biraz verimsiz kararlar verdiğimizi fark ettik, zira Anadolu'da tıkabasa yemiş akşamı etmiştik ve Hatay'ın bir başka güzelliğini denemek için süremiz daralmıştı.Çözümü yürümekte bulduk. Ara sokaklarda ufak bir deparla, tek tük mesire yerlerini ki bunlardan biri Hristyanlığın adını aldığını ve o sırada tadilatta olan ilk kilise, bahçesi aynı zamanda kervansaray olarak kullanılmış çok eski bir cami, yine bir akla hizmet kafeye çevrilmiş eski konaklar, cundalar... Derken sağlam bir tur atıp yeniden merkeze döndüğümüzü anladık. 
Müzenin karşısında kalan, başında Anadolu Restoran'ın olduğu caddenin öbür sonundan ilerleyip hemen sağdaki ara sokakta kalan 'Bizim Künefeci'ye oturduk.Önümüze gelen, mis gibi peynir ve tereyağı kokan kalori bombardımanı karşısında, bugüne dek kebapçılarda künefe sıfatı altında yediğim tüm kadayıf toplarına rahmet yağdırdım. Bizim Künefeci, hem lezzeti hem sunumuyla bireysel künefe arayışımda beni kesinlikle mutlu sona ulaştırdı. Peyniri son derece yoğun ve dolgundu, kadayıfın içinde avlamak zorunda kalmadım. O numuneyi görünce, istesem de önüme sürülen gibi birşey çıkaramayacağımı düşünerek sırtımı döndüğüm künefe peyniri ve taze kadayıflar hakkında vicdanımı rahatlattım hatta. Bir başka ilginç detay ise künefenin Hatay'da soğuk sütle içilmesiymiş. Biz mideyi gıdıklamayalım diye soğuk sütü es geçip çaydan gittik. 

Akşamı Antakya Öğretmenevi'nde geçirdik. Son derece temiz ve güzel bir yerdi. Ben hostel kafasındayım, en ortalama otel bana bir tık lüks. Ancak burası epey iyiydi. Ayrıca merkeze yürüyerek 10 dk mesafede olması yorgunluktan böğürürken işimizi çok kolaylaştırdı. Kahvaltıda zahterli ve sanırım salça soslu değişik bir pide servis ediyorlar. Başka hiçbir yerde yemedim aksi gibi adını da öğrenemedim.
Ara Sokaklar
Hatayla ilgili en acı dersi ayrılırken aldık. Antep'e geçeceğimizi ve nereden binebileceğimizi sorduğumuzda şirket arabalarının öğlen 2'de kalktığını ancak köy garajından her saat otobüs bulabileceğimizi söylediler.  Bulmaz olaydık! Ankaranın paralı otobüs disiplininde çalışan, ne zaman trafiği birbirine katacak veya kaza yapacak diye beklediğimiz, yol üzerindeki bilimum köy, kasaba, ilçe, kanton, district ne varsa giren, yapısı gereği üstü açık turistik otobüslere daha yakın bulduğum bu dört teker üzeri oluşum, bizi perişan etti.Temel ilköğretim düzeyinden matematik görmüş her insanı kahırdan öldürebilecek şekilde, toplam 206 km yolu tamı tamına 4.5 saatte gitti!! 4-5 kez kafasına göre mola veren muavin şöför ikilisinden tutun, bilimum semt garajı isminden edindiğimiz genel kültür, yol üzerindeki mülteci kampı derken, neden plakalar 27'ye döndükten 3 saat sonra hala yoldayız şeklinde 'kafam deli sorular' hezeyanıyla kendimizi merkeze yakın bir durağa attık.  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uluslararası Öğrenci Kartı Hezeyanı (ISIC Card)

Japonya 07: Kimono, Takogawa ve isimsiz Japon dizisi