Japonya 07: Kimono, Takogawa ve isimsiz Japon dizisi

Sasakilerle tam bir hafta geçirdim ama her günü bir aktivitemiz olduğundan yazarken bir aymış gibi bir hisse kapılıyorum. Sorarsanız 'o kadar mı eğlenceliydi' demeliyim ki 'yedim bitirdim Japon kültürünü'. Kimono giymekten tutun çayına kuru pastasına, festivalinden 'aile içi' kutlamasına, alternatif eğitim sistemlerinden tapınaklarına ve Himeji kalesine dek dolu dolu bir 'Huzur Japonlarda' haftası geçirdim.

Kimonoda kalmıştık. Reikonun annesinin yüz yaşında gösteren arkadaşına gittik. Ortam aynı son samuraidaki Katsumoto'nun evi ama laminant parkesi eksik. Teyze bize hemen çay getirdi en yeşilinden.O kokuyu duyunca hanımanne çimleri yeni biçmiş onları demledi sanmıştım.  Zira poşet şeklinde satılan ya da bir ice tea çeşidi olarak içtiğimiz yeşil çayla alakası yoktu.
 Gayet tabi ilginçlik bununla bitmedi. Kadıncağız böyle silikon implantı gibi görünen  löpür löpür, jöleyle puding arasında kimlik sorunu yaşayan bir tatlı getirdi.'Japonlarda tatlı demek tuzu giderilmiş nötr besinlerden ibaret herhalde hipotezim', Reiko Türkiye'ye geldiğinde 9 santimetrekare bir baklava nedeniyle iki litreye yakın su içince daha da güçlenmiş oldu.

İpana reklamından fırlamışçasına sırıtarak pudingi yiyip bir daha asla canlı ameliyat izlemeyeceğime kendimce söz vererek içeriki odadan getirdiği çiçekli mavi, kırmızı ve beyaz çiçek desenli kimonoyu, ipiyle kuşağıyla yaklaşık 15 dakikada giydirip iki yanıma geçerek fotoğraf çekildiler hanım teyze ve reikonun annesi.O esnada full ekran camekandan teyzenin köpek gezdiren komşusuyla karşılaştık. O gün öğrendim ki Japonlar da kahkaha atar. Telefon kablosu gibi saçlarla , standart kimono ebatlarını aşalı epey olmuş bu alık alık bakınan halimle pek eğlendi Morihito amcam ( ismi uydurdum)

Hanımanne kimonoyu bana hediye etti. Çoğunuza tanıdık gelecek bir replikle kendisine karşılık vererek, ikebana faslına geçtik. Bir grup karışık çiçeğin içinden seçe seçe boş bir vazoyu doldurttu bana. Bir iki dalı kestik, çok sırıttı diye birkaçını çıkarttım sonra bunun fotoğrafını çektim. Çiçekler de ne karanfil ne gül ne papatya , eciş bücüş. Kaldı ki ben en çok nergis severim ondan da bunlarda yok. Sonra kendisi düzenleyerek bana yardımcı oldu. Onu da kareledik sonra konu kapandı. İki çiçeği yan yana getir, her çiçekçinin ekmek parası diye yaptığını japonlar sanatsal bir sevindiriklik için icra ediyorlar. Japon çiçekçiler nasıl bir paradoks o kısmı çözemediğimden orada öylece bıraktım. Sonra biraz daha oturduk, kadın bana dünya atlasından Türkiye'nin yerini göstermemi istedi. Neyseki Arapça bilip bilmediğim, Türkiye genelinin kapalı olup olmadığı gibi klişelikten kırılan sorular sormadı. Akşam saatlerinde iznini isteyip ayrıldık.

Sasakilere alternatif olarak aile dostları olan başka bir aileye yemeğe gittik.Menüde makarna vardı en süzülmemişinden. Japon teknolojisine kevgiri ya da süzgeç icadını ihmal etmeyi konduramadığımdan vardır bir bildikleri diyerek çoğunluğun ağzını şapırdatarak çorbamsı makarnayı içmesini izledim. Bu şapırdatma seansı tahminin aksine kabalık değil de yemeği beğendim, çok güzel olmuş vb. şeklinde bir çeşit övgüymüş aslında ama kendimi çok kaptan mağara adamı hissettireceğinden 'bazı şeyleri içimizde yaşamalıyız' politikasını tercih ettim.Yemeğin üstünde de şeffaf cips mi desem tuzlu jelatin mi bilemedim, böyle fıstık tuzu tadında bir şey serpilmişti ama tadı pek güzeldi. Sonradan Family Mart'ta tesadüfen gördüm ki kurutulmuş balık puluymuş.

Panelvana doluşup dere kenarında bir yere gittik. Herkes eline bir  maytap alıp yakarak anlamsızca sırıtmaya başladı. Birşey mi kaçırıyorum, dereden bir şey mi çıkacaktı? Hayır, bu bir eğlence şekliydi. Ayakkabına taş kaçmış gibi hafifçe zıplamak da gerekiyordu. İlerleyen dakikalarda molotof kokteyli veya kızkaçıran falan patlamasalar bari diye tırsak tırsak takıldım ama bir şey olmadı. Maytaplar sönünce çöpleri topladık ve Takogawa'nın festivaline gittik. Ufak çaplı bir 'matsuri' idi bu. Kabuki tiyarosu (beyaz boyanın japon kadınlarının suratına inşaat malasıyla sıvanmasını gerektiren bir sanat aktivitesi) vardı. Büyük bir toriinin altından geçerek kağıttan lambaların etrafında bir süre dolanarak, gongun yanına gittim. Hemen dibinde 100 yen atınca bir çeşit fal kağıdı veren bir makina bulup deneyeyim diyince ve çıkan kağıtta yazandan bir halt anlamayınca Reiko olaya el attı ve eski japonca olduğunu söyledi. Falda yazanları okudu ki onlar da klasik şeylermiş.

Bu minik çaplı olayın üzerine evlere dağıldık.Salonda ben koltukta kızlar yerde tv izlerken bir japon dizisine denk geldim ki adını şu an hatırlamıyorum ama Japon dizilerinin zeka açtığına dair izlenime kapıldığım bir yapımdı. Hele kalabalık bir diziyse esas kızla esas oğlanı ayırt etmek yaklaşık 15 dakikanızı alırken, mekanı, zaman aralığını ve konuyu da diziye devam ederseniz ileriki sezonlarda yakalayabileceğiniz vaad edilmekte. İzlettirmek için güzel taktikmiş aslında.

Neyse, kızımız 'artiz olucam' diye tokyoya kaçıp piyasaya düşerek geyşa mı olacak acep gibisinden son derece amiyane beklentiler içinde bakınırken, konunun daha yerel bir formatta seyrettiğini fark ettim. Hanım kızımız annesinin ricası üzerine kabartma tozu almaya markete giderek, orada hukuklarını anlayamadığım  elemanla karşılaştı, sonra kız gidip histerik bir şekilde kel alaka bir şeyler doldurdu sepete ( mutsuzluğun hıncını alışverişten çıkaran kadın modeli). Kasada yine karşılaşıp bir 20 sn daha mal mal bakıştılar ki o an şüpheye düştüm Family Mart'ta çekilmiş bir Nuri Bilge Ceylan filmi izlediğime dair. Kız kasada 5000 yenin üstüne hediye çeki falan da kazanamayınca herhalde ne kadar boktan bi hayatı olduğuna kadar verip, elinde torbalarla çocuğun evine gitti, 'ay hay alllah sanırım torbalar karıştı' klişesi beklerken ben, çocuk kapıyı açınca evin içinde cereyan yapacak bir müddet daha bakıştılar. Sonra kız karnına tepiği yemiş gibi dizlerinin üstüne çöktü ve ben' aha atraksiyon, gitti apandisiti' demeye kalmadan, kız oğlana seni seviyorum deyiverdi. Orda da 'iyi dayandınız' dercesine hızla jenerik akıp geçerek dizi sona erdi. Tv reklama girdi ama ben bir süre mavi ekranda kalmaya devam ettim.

Sıırada 'Omedetou Gyunchan' ,'Makkurokurosuke' ve Himeji kalesi var ama onlar başka zamana.Şimdi gidip Fransızca finaline çalışmam lazım.

p.s.Üzülerek söylemek zorundayım, teknik aksaklıklardan dolayı fotoğraflarımı kullanamıyorum ve şimdilik gerekli görselleri kaynak belirterek internetten sağlamak dışında elimden bir şey gelmiyor.

Yorumlar

  1. benzer bir dizi korelilerde de var. her gidişimde kore restonranında seyretmekten fenalık geldi. öööle bir bakınma, hepsi birbirinin aynı olan insanlar, anlamsızca bir sağa sonra bir sola gitmeler. bir punduna getirsem garsonlara sorucam ama onların ingilizcesi ve benim ingilizcemin farklı ülkelerde icat edildikleri o kadar belli ki...

    YanıtlaSil
  2. Hocam uzakdoğu dizilerinin dinamiği bu sanırım; katatonik ağırlıklı ama aralara rating düşerse diye histerik sahneler serpiştiriyorlar.

    YanıtlaSil
  3. gün en kısa zamanda kimonolu fotoğraflarını görmek istiyorum :))
    bu arada neden uzakdoğu film sektörü hakkında böyle düşündüğünüzü anlamadım zira kendileri son 4-5 yıldır sıkılmadan izleyebildiğim filmlerin sahibidirler, bu sebepten haklarını yiyemiycem :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

İki çift lafım var:

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uluslararası Öğrenci Kartı Hezeyanı (ISIC Card)

Mütevazi bir İskandinavya Turu: Oslo

Kiev (Kyiv) : Ukrayna Acı Vatan