Japonya 07: Kutlama, Himeji Kalesi, Makkurokurosuke

Hyogo'da Sasakilerle geçirdiğim haftayı yarıladığım saatlerde, İzmir'den telefon geldi. Annem telefon çıkan Reiko'ya ' moşmoş, gün okasan dez.'(moshi moshi, gün no okasan desu/ alo, günün annesi) şeklinde iyiniyetli bir replik atınca ve Reiko kikirdeyerek telefonu bana yönlendirince, sınav sonucumu bildirdi. O akşam sadece puanımı öğrendim, tercih sürecinin milletlerarası telefon faturasına ve msn ileti geçmişine yansıyan kallavi bir çekişme süreci de oldu ama Japonya macerası bitmeden şimdilerde mezun olmakla meşgul olduğum bu ilim irfan imparatorluğuna abone olacağım kesinleşmişti. Nerden nereye...

Ben zıplarken Sasakiler de bu hezeyanımı merak içinde izlediler. Ne dediğimi çok net hatırlıyorum zira Japonca'da kurduğum en akıcı ikinci cümle oldu: 'Daigakuno shiken wo seikoshimashita.' (üniversite sınavını geçtim) Bir süre de birlikte zıpladık, sonra Anne Sasaki bunu kutlamamız gerektiğini söyledi. 'Amanın maytap?' demeye kalmadan arabaya doluştuk, minnet duyacağım şekilde hiçbir mum, maytap vb. yanıcı cisimle yüzgöz olmadan İtalyan pastanesine gittik ve herbirimiz bir pasta beğenerek eve döndük. Pastayı İtalyanlar'ın yapması da ayrı bir sevinç kaynağıydı çünkü Japon tatlılarıyla biraz mesafeliydim. Güzel bir kutlama oldu. Hatta 'bilyeli gazoz' patlattık. Dün de son finalimden çıkınca pasta yediğimi bu yazıyı yazarken fark ettim ki başlangıç ve bitişlerde farkına varmadan aynı rituelleri tekrarlıyor olmak gibi istemdışı bir alışkanlık kazanmışım.



Ertesi gün Anne Sasaki, Reiko ile bizi tren istasyonuna bıraktı. Yarım saatlik bir yolculuk sonrasında Himeji merkeze vardık. Japon trenleriyle ilgili ilginç bir anektot, nur yüzlü japon dedeler ( aka Morihito beyamcalar) ve nineler ( aka  Yuka hanımteyzeler) size periyodik aralıklarla gülümseyebilir. Anlam vermeniz gerekmez. Bir tanesi saçlarınızı elleyip gerçek olup olmadığını test bile edebilir.Neyse, girişi alışveriş merkezini andıran istasyondan çıktığımızda, önümüzde uzun bir çarşı uzanmaktaydı. Bir 15 dakika yürüdükten sonra google'ın Himeji görsellerinde çarşaf çarşaf  gözüme soktuğu o mavi tavanlı otantik kalenin önünde buldum kendimi. Ağaçlı bir yolda ilerleyip biletlerimizi aldık. Himejijo yani Himeji Kalesi, UNESCO Dünya Mirası'na dahil bir mimari kompleks. Zamanında Japonya'nın güneyindeki ağaçların bir çoğuna mal olmuş gibi bir hisse kapıldım zira her taraf, içi dışı, yolu, yordamı, kapısı, kap kacağı gerçek ağaç, sdf falan değil. Böyle bir ortamda denklanşörüne dayanmış Japon turistler 'görememek' beni ziyadesiyle sükut-u hayale uğrattı. 'Ben senin Efes'inde poz limitine dayandım, makinanın şarjını tükettim, sen benim Himeji'mde aynı hassasiyeti göstermedin' şeklinde gönül koymadılar umarım. Bir grup turistik Japon göremeyince gezimin bir yanı eksik kaldı sanki.


Kale kaç katlıydı hatırlamıyorum ama çıktığım merdiveni bir daha görmedim. Nevrimin dönmüş olmasını da ihtimal dahilinde saklı tutarak, kaleyi gezip de binadan çıkan insanlarla hiç karşılaşmamamız da ayrıca dikkatimi çekti. Ya yukarda toplu imha gerçekleştiriyorlar ya da tepeye çıkan çatılardan atlayarak zemine ulaşıyor veya göremediğim bir yangın merdiveninden sıvışabiliyoruz. İnerken bu olasılıkları teke indirmeyi beceremem de ayrı bir şuursuzluk örneği olsa gerek. Kalenin mimarisi üzerine teoriler geliştirmekten vazgeçip adamakıllı turist ve alıcı gözüyle bakarsam, her halinden orjinal ve otantik olduğu belli kısımlar da var, 'restoreyim' diye bas bas bağıranları da. Ben aşağıdaki panaromik resimde gördüğünüz en yüksek binayı dibinde ve yarı belindekine bağlayan koridorları pek beğendim. Pek havadar ve aydınlıktı. Adımbaşı pencere koymak japon mimarisine göre kale yaparken pek ekonomik görünmese de, kalenin karanlıkta kalmış  kasvetli  kısımlarından daha çok mutlu etti fotoğraf makinemi ve beni. Bir de bazı koridorlardan ayakkabıları çıkarıp geçmek gerekli.Yerler gereğinden fazla 'tertemiz' ve ahşap zemin cam gibi parlatılmış, insan haldır huldur geçerken kimbilir kaç yetimin hakkı vardır demeden edemiyor.


Himeji Kalesi cidden kendine özgü bir oluşum. İç içe odalar, müzemsi koridorlar, duvarlar boyunca silah ve miğferler ki katanaları epey güzelmiş (ama duvara asarken dikkat edin kamizaya bakmasın demedim elbet, bana mı anlatıyosun diyen çıkar diye.) En son Son Samuray'da gördüğüm, Taka yengenin Tomtirik'e giydirdiğine benzer bir kostümün çeşitli renk ve modelleri, prenseslerin odaları, ömrünüze yetecek kadar merdiven. Muhtelif imparatorların el yazısı ve aksesuarları- neyseki küpelik bir durumları yokmuş-, tip olarak Ali Hoca ve Katsumotoyu andıran birkaç başka Japon amcanın resmi derken koridorlar, avlular, odalar seyrelmeye başladı. Matruşkayı bir bina olarak düşünün, dıştan içe değil de aşağıdan yukarıya doğru küçüleninden. Haliyle katlar daraldıkça tepede samimi bir ortam oluşuyor. Bir nevi 'zirvede' bırakıyoruz.


Bu samimi ortama yol alırken küçülenin sadece odanın hacmi olduğu düşünülmesin. Merdivenler. Botla 165 santim insanım, bir üst kata intikal ederken ve aynı anda Reiko'yla bir şey anlatırken, derinlik ve yükseklik algımı nerede bıraktım bilmiyorum, bıngıldağım terk ettiğim katın tavanındaki tahta kirişle bütünleşti. Bu da Türkçe küfür konusundaki kelime dağarcığımı doğrulayacak bir Himeji kalesi dolusu tanık kazandırdı bana. Reiko'ya 'daijoubu'(ok) olduğumu bildirip, dönüp bu mimari harikayı incelemek istedim ki özellikle ingilizce yazmışlar 'watch out'ı  ama inenler için.


Kalenin tepesine ulaşınca, çanın hemen yanında japonyada görüp görebileceğim en yüksek masanın üzerindeki damgayı ve mürekkebi fark ettim. Girişte aldığınız ve arka sayfasındaki alnım kadar boşluğu bir çeşit matbaa özrü zannettiğim broşürün muhatabı oluyordu kendileri. Zımni bir 'geldiniz, gördünüz, e hadi çıktınız buralara dek, gelirken katlardan birinde kafayı da gömmüşünüzdür eminiz ki en az bu damga kadar Himeji'den kafanızda başka bir hatıra taşırsınız uzaklardaki evinize.Yenleri de bayıldınız, kesenize bereket. Meiji zamanı kereste bolmuş belli,amcalar yapmış. E biz de temiz tuttuk iyi baktık, aylık pronto masrafımız 100bin yen, inanın kıtı kıtına kar ediyoruz, Unesco hasılatın yarısını alıyor zaten. Çam sakızı japon armağanı eşe dosta gösterirsiniz' olsa gerek. Tercih eden alnına da basabilir ama cart kırmızı mürekkep, tavsiye edilesi değil.

Dışarı çıkınca, kalenin az aşağısında kalan harakirimaru'yu  ziyaret ettik: bir zamanlar bahsekonu etkinliğin cereyan ettiği  'mezbaha'. Reiko özellikle bana ortadaki kuyuyu gösterdi. Yabani ot bitmiş içinde. Açık alanda oluyormuş enstantene. Onurunu kurtaran amcam 'abdominal' takılırken, bu süreçte kendisine eşlik eden arkadaşı da ense traşını halledermiş ama katanayla.Csi'a göre adam karın boşluğuna denk getirir de ölmezse, kafayı uçuranın yaptığı cinayete giriyor. Ama Himejideki Japonlar CSI için yaklaşık dörtyüz yıl geç kalmışlar.
Ortam biraz sinir bozucu geldi bana. Zaten kurban bayramı atmosferini de sevmem. Ama kalkıp ' Buraları domestosla siler insan, dünya mirasına girmişsiniz, turistik açılım yapmışsınız, 'buraya çipil çipil kanlar falan akıyordu, az ilerdeki bölümde ciğer, böbrek, dalak ne bulurlarsa ayırıp organ mafyasına satarlardı vb.' diye otopsi raporu gibi gösterilir mi, 9 sezon csi izledim bu ne tedbirsizlik' demedim tabi.
Himeji kalesiyle vedalaşıp, gelirken marketten aldığımız ph'ı 6 civarındaki şişe 'su' (?)larımızı atacak çöp bulamayarak bir süre oyalanıp himejideki italyan restoranına gittik. Lahmacundan da ince bir karidesli pizza denedim ki biri Japonlar'ı gerçek karbonhidratla tanıştırmalı diye sık sık tekrarladım içimden.Tek tesellim karidesler gerçekti.

Trenle sabahki istasyona geri döndük ve Reiko'nun annesinin işyerine yollandık. Makkurokurosuke: Japon yapımı 'özgür okul.' Üniforma yok, sınıf yok, müfredat yok. Grup terapisi gibi liseden mezun oluyorlar, toplamda 15 öğrencileri var. Bir nevi ergenlere 'kreş'. Yerleri çok güzeldi. Bahçelerine bayıldım.Orada Tomoko hocamın bir arkadaşıyla görüştüm ve emanetleri değiştik.Annesi japon, 10 yaşında bir amerikan çocuk bana okulu gezdirdi , 23 nisan,19 mayıs kutlamalarında çekilen, duvar boyunca fotoğraflarına baktım.Japon ergenlerinin dünyanın her yanındakilere benzer şekilde gürültülü oldukları söylememe gerek yok sanırım.Ciğerlerine kuvvet müezzin gibiler. Bir süre orada takılıp okulu kapattıktan sonra Sasakilerle eve döndük.
Önümüzdeki bölümde Tapınak Samurayları, Kobe Akvaryumu ve sushiciden bahsederek Hyogo defterini kapatıp, Osaka'ya nakil gittiğim kısma geçeceğim.

p.s. Bu yazıda fotoğraflar: en.citizendium.org, forums.totalwar.com, phys.uu.nl, musashi-.blog.hu, greatbuildings.com, flickr.com ve bloomize.com'dan alınmıştır.

Yorumlar

  1. henüz yazının başını okudum ama şu bilyeli gazoz hadisesini biri bana anlatabilir mi? ne menem bir şeydir bu bilyeli gazoz ve o şişenin içinde neden bilye var; olası bir üretim hatasıyla gırtlağımıza kaçsın ve suya kanarken geberip gidelim diye mi?

    YanıtlaSil
  2. Planlanmış kitlesel katliam yok, sadece gazoz üretiyorlar. Şişenin kapağının değişik bir mekanizması var, gazozun hepsini içmeden bilyeyi alamıyorsun. Sıvıyı bir bardağa aktarıp bilyeye sahip olma şansı da var ama hem zorla güzellik olmasın hem de bunu minikler de içecek, bir nesil obsesif yetişmesin diye naif bir düşünce hakim.O maviş bilye glup glup dolanıyor içecek bitene dek, sallayıp seviniyorsun :D.Cincaflı bir şişesi var,sunumdan kazanıyorlar nazicane.

    YanıtlaSil
  3. geyikler ve takaşiler ve nara b ekleniyor.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

İki çift lafım var:

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uluslararası Öğrenci Kartı Hezeyanı (ISIC Card)

Mütevazi bir İskandinavya Turu: Oslo

Minyon Güneydoğu Anadolu Turu Gaziantep