Japonya '07 : 'The Sasakis'

Hyogo benim için orman, çayır,tarla ve 'Sasakiler' demek. Sonuncu saydığım Reikogillerin hanehalkına verilen genel ad.
Nacizane diyebileceğim şu, Bir MFÖ albümüne yetecek kadar çok yağmur yağıyor ve sonunu elli metreden seçebileceğiniz korku filmlerindeki o puslu ve mistik atmosfer söz konusu, ancak arabasız ulaşım değil.
13 saat uçak, 2 saat Himeji yolculuğu üzerine yarım saatcik bir yolculukla ahşap bir villaya vardığımızda iner inmez mis gibi yağmur ve ağaç kokusu duydum, evin içindeyse çam reçinesi.

Eve girerken ayakkabıları moda gereği ters istikamete bakacak şekilde yerleştirdim. Tam filmlerdeki gibi, odalar kapı ve duvarla değil de hasır, sürgülü paravanlarla ayrılmakta. Hemen girişte bir piyano var Reiko'nun bacısının çeşitli parçaları icra ettiği - ki kızcağızın adı Momoko ve adını telaffuz ederken gülmemeyi başarmak ikibuçuk günümü aldı. Ben bir haftada 'daha dün annemizin' i ancak çıkartabildim.
Devam edelim, kırsaldayız, eve hırsız girse alayımızı tavuk gibi boğazlayabilir. Yine de üç hatunun kaldığı bir evde gece dışkapı kitlemek gibi bir alışkanlıkları yok.

Bavulumu sürüyerek oturma odasına yerleştirdim. Ayrıca evin salonuna girerken de ev terliklerini kapı önündeki gibi ters yöne bakacak şekilde bırakıyorlar.Oturacak yer ararken Reiko 'ofuroni douzo' (banyoya buyur) diyerek beni koridorun ilerisindeki odaya yönlendirdi. Reiko'nun gösterdiği oda, beşinci boyut programındaki gibi buharla kaplı bir atmosferde, üzerinde bir çeşit Japon maşrapasının yüzdüğü ağzına kadar sıcak su dolu bir su tankının bulunduğu nacizane bir saunaydı sanki. Fark ettiğim kadarıyla hiçbir kimyasal ürün yoktu. Elimde sampuan, duş jeli, saç kremi ve saç bakım maskesini görünce şaşıran Reiko muhtemelen banyoda bir çeşit kocakarı ilacı yapacağım sandı. Orada duşakabin, duş başlığı gibi alışkanlıklar yok, en lüks banyoda bile küvete sıcak su dolduup hamam usülü tasla su dökünüyorsun.

Japonlarda iki şey beni korkutur, ilki teknolojik kapasiteleri, ikincisi de yumuşak dokulara ve insan anatomisine mal olmuş çeşitli eklemlere edilebilecekleri fiziksel eziyetler. İkinci kategoriye mensup 'seizayla' (bir çeşit diz ağrıtmaca) Japonyadaki ilk gecemde tanıştım. Oturma odasına yanlarına döndüğümde, Reikonun annesini yere oturmuş bir şeyler okurken, Momoko ve Reiko'yu da son derece alçak bir sehpa üzerinde yazı yazarken buldum. Bir de fıstık yeşili üçlü koltukları vardı ama onda oturan yoktu.Arkadaşlar dizlerinin üstüne oturmuş diye ben de aynısını yaptım ama beş altı dakkadan sonra inceden sızlamaya başladı.

Ne yazdıklarını sorduğumda biri mektup diğeri günlük dedi. Momoko 'Bu ecnebi kız çok acayip, saçları böyle töbe yarabbim ecis bücüş, herşeye gözlerini na böyle koca koca açarak bakınıyor, teslim aldığımızda şirazesi kaymıştı zaten' tarzı şeyler mi yazıyor acaba diye düşünürken, Reiko da 'aileme mektup' yazdığını açıkladı. Ben giderken bir tane daha yazacakmış şimdikinde yalnızca kendini tanıtıyormuş. Son derece süslü kağıtlara Türkçe kendini tanıtmakla meşguldü hatun.Ufaktan baktım 'Benim Reiko. Var merak etmek Türkiye.' tarzı Cherooke gramerine uygun bir şekilde motomot çevirilerle  'raki güzel, sish kabab güzel, Istanbul'u seviyor ben' makamında takılmaktaydı. Dönüşte benden memnun kalması durumunda başka Japonlara tavsiye mektubu tarzı bir şey mi yazacaktı merak içerisindeydim.
Ortamda böyle bir huzur, bir rehavet hakimdi.Gecenin ilerleyen saatleriyle Hyogo'nun gece hayatı başlamış oldu. Son derece organize bir şekilde odalara dağıldık. Merdivenin ışığını açmamla, bu kadar temiz ve pak bir evde tavandaki örümcek ağlarını seçmem ve madeni bir lira ebatındaki örümceklerin hareketlenmesi bir oldu. Araknafobi fizyolojik bir illet olsa, orada canımı teslim etmiştim sanırım. 'Kumo(örümcek)?' diye Reiko'ya döndüğümde bana ne kadar 'kawai'ler (şirin) değil mi dedi. Böceklerle aram iyi değil, hele örümcekle ilgili katlanabildiğim tek şey Peter Parker'dan ibaretken uyuyacağım odanın tavanında sürekli görüş alanımda takılacak bir böcük klanı son derece sinirime dokunmaktaydı. Zira yorgunluğun getirdiği 'sineye çekme' eğiliminden eser de kalmamıştı.

Ertesi öğlen Reiko yaşayıp yaşamadığımı kontrol etmek için dürterek uyandırdığında Hyogo'yu ilk kez gündüz ve alıcı gözüyle süzdüm. Yeşil, yeşil ve bir de yeşil. Sanki Japonya'da değil Shire setindeyim, sadece daha fazla pirinç tarlası ve kurbağa vıraklaması var. Aşağı indiğimde ilk japon yemeğimle tanıştım: Tempura. Bir çeşit kızartılmış deniz ürünü  çorbası versiyonuydu. Kalamar olmadığını bu kadar azimle gıcırdamasından tahmin ettiğim bu ilginç çalışmayı mideye indirdikten sonra Reiko'yla bu hafta içinde ziyaret edeceğimiz mekanları bir sıraya koyduk ve o an itibariyle önümdeki günlerde katlanarak ilerleyecek olan 'Japonya 101' serüvenim başladı.  

Odasına çıkarak kimonolarına baktık. Renkleri pek güzeldi ama bütün o ipler, kurdelası, içten giyilen zımbırtısı,onları bağlaması ciddi eziyetti. Bir de evdeki hatunların en irisi 38 bedenken ve bünyem çok afedersiniz konya ovası gibi 'yanlar' barındırırken kimono üzerinde oluşturduğum görsel deformasyonu da tahmin edersiniz.
Sonra Reiko açıkladı ki bu tamamen eğlencesine, aklımda bulunsun diyeymiş, Reiko'nun annesinin bir arkadaşı varmış onu ziyaret ettiğimizde daha iyi öğrenecekmişim. Ama onu sonraki yazıya saklıyorum...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uluslararası Öğrenci Kartı Hezeyanı (ISIC Card)

Mütevazi bir İskandinavya Turu: Oslo

Kiev (Kyiv) : Ukrayna Acı Vatan