Zagreb 2

Kral Tomislava Heykeli
Zagreb'i, tüm Yukarı Şehri dipbucak dolaşmış halde terk etmiş ve hostelinize dönmüşseniz, ertesi güne Aşağı Şehir'den başlayarak farklı bir rota izlemek ve Zagreb de küçükmüş diye burun kıvırmaktan kaçınmak daha güzel oluyormuş. Gezmek tamamen güzergahın insafında ve Zagreb bunun çok güzel bir örneği oldu.
Hostele çok yakın olan Otobüs Terminali, kendi deyimimle Zaşti, onların deyimiyle Autobusni Kolodvor'a yürüyüp, ilerideki köprüden sola kırdım ve bir onbeş dakika cadde boyu yürüdüm. Cadde tam da merkezi yerlerin arkasında kalan ve daha çevresel mekanlara gitmek için kullanılan o yollardan birinin kenarıydı ve karşımdaki tarafı adam boyu duvardı.

Art Pavillion
Yaklaşık 15 dakikalık bir yürüyüşten sonra cadde bitti ve sol tarafında Tren Garı'nı gördüm.Aynı zamanda en ucunda sarı bir 'beyazsaray' kıvamındaki  Art Pavillion 'ın göründüğü alana çıktım. O meydanda fotoğrafı çekilecek çok yer olduğundan ve kaldırım yüksekliği birkaç milimetreyi geçmediğinden, tramvaydan arındırılmış bir noktada siper alıp binaların git gide güzelleştiği muhiti çekmeye başladım. Tadımlık bir Dolac pazarı kıvamında burada da standlar kurulmuş 10 kunaya bir sepet çilek satılıyordu. Sabah hostelde şekere battığım için es geçip (Uluslararası standart tutturmak adına servis edilen, kahve, mısır gevreği, reçel, marmelat ve ekmekten oluşan züğürt kahvaltısı formatı) bu noktada başlayan Aşağı Şehir'in, bir başka deyişle Donji Grad'ın içlerine ilerlemeye başladım.

Esplanade Oteli

Meydandaki fıskıyenin arka planını kaplayan ve Zagreb'in ünlü otellerinden biri olan Esplanade'i soluma alıp, caddeye menemen testi-si gibi dizilmiş çoğu devlet binasının önünden yavaşça ilerleyip, bir yandan da fotoğrafa sığdıramadığım kallavi binalara söyleniyordum. Şehrin bu kısmı buram buram Orta Avrupa mimarisi kokuyor, kıvrımlı kakmalı binalar çoğunlukla koyu renklerde.

Arşiv
Elimdeki haritanın kayda değer bulduğu binaya dek caddeyi kat ettikten ve iyi giyimli, ev teyzesi kıvamındaki kadının -muhtemelen- Hırvatça dilenme ritüelini savuşturduktan sonra Aşağı şehrin içlerine ilerlemeye başladım.

20. yüzyılın ilk çeyreğinde yapılmış yandaki bina bugün arşiv olarak kullanılıyor. Eskiden kütüphaneymiş. Diğer yapılardan farklı bir havası var ve süslemeleri çok farklı. Tepesine taş baykuşlar kondurulmuş. Önünde de antropolog bir amcamın kuşların henüz gazabına uğramamış bir heykeli var. Arşivin yanından yukarı kaptırıp giderseniz kısa bir süre sonra vardığınız açıklıkta sarı cephe üzerine yeşil çatılı bir bina göreceksiniz: Hırvatistan Devlet Tiyatrosu olur kendileri.HNK diye kısaltılıyormuş yerel dilde, ayrıca Zagreb'te daha bir çok başka bina gibi Avusturyalı mimarlarca tasarlanmış, Hemen karşısında enlemesine opera olduğunu varsaydığım bir başka dallı güllü bina bulunuyor.



Buradan şehrin merkezine gitmek için kısa yol yapabilirsiniz ancak önce tam ters istikamette işim vardı. Mütevazi ve kesinlikle daha tenha bir Hırvat Louvre'u olan Mimara Müzesi 1 dakika mesafede sizi bekliyor. Bu mekan Mimara Müzesi aynı adı taşıyan ailenin koleksiyonunun müzeleştirilmiş versiyonu. İki kanatlı, büyükçe, enlemesine semirmiş üç katlı bir binadan oluşuyor. Müzenin alt katından tarih öncesi döneme ait bulgulardan kaptırıp, milenyuma dek tüm insanlık tarihini 1,5 saat gibi bir sürede film şeridine çevirebilirsiniz. Dünyanın ve tarihin her bir yanına el attığı belli bu koleksiyonun.
Belli başlı hanedanlıklara ait günlük eşyalar (gümüşlük kreasyonları da dahil), heykeller derken en üst katta resimler sizi karşılıyor. Flemenk, İtalyan ve İspanyol üstadların önemli çalışmaları var. Louvre'a oynamıyorum ama boş beleş de değilim diyor müze inceden. 3 saate yakın bir süre harcadım ve verdiğim 30 kunaya kesinlikle değdi. Naçizane önerim Zagreb'te 2 gün geçirecekseniz kesinlikle müzelerine zaman ayırın. Müze fiyatları Türkiye'dekilere göre 5-6 lira daha ucuz.

Müzeden memnun ayrılıp, tiyatronun bulunduğu alana döndüm ve önceki geçişimde dikkat etmediğim heykeli gördüm. Tiyatronun ön cephesine bakan tarafta büyükçe bir kaseyi andıran taş havuzun etrafında iki büklüm, havuza sarılan bir deri bir kemik insan heykelleri vardı. Bu heykelin adı "Yaşamın Kaynağı" (Source of Life) ve Ivan Mestroviç (Hırvat heykeltıraş) tarafından yapılmış.Heykel/çeşme yaklaşık 110 yıldır orada ikamet ediyormuş.

Mimara Müzesi
Heykelin yanından ayrılıp, bilimum ortam yapma girişimindeki müşterisinin,sağı solu  mobese kamerası gibi süzdüğü Hemingway Cafe'nin solunda kalan caddeden ilerleyerek şehrin merkezine doğru yollandım. Yol üzerindeki fırında SOS alarmı veren mideme cüzi miktarda rüşvet verip, Tip Top'a kadar dayandım. Burayı Hırvatistan'la ilgili bir gezi yazısında (alperbildiriyor.blogspot.com) okumuştum ve görsellerini arattığımda karşıma çıkan "ciks restorandan ziyade sevimli lokantayız" hallerine ısınmıştım. Orada adamakıllı yemek yok, varsa bi deniz mutfağı reaksiyonuyla sık karşılaştığım için, Hırvat yorumuyla deniz ürünü denemekte herhangi bir sakınca görmedim.
Gelen tabak, Güzelbahçe'de limanda bir müşterinin önüne sürülse kavga çıkacak nitelikte bebek balıkların -çok afedersiniz- boklu diye tabir ettiğimiz ayıklanmadan pişirilme metoduyla kızartılmış versiyonuydu. Bununla kalmadı, içimden 'öyyyk, yosun mu kavurmuşlar' diyerek ve suratımı ekşitmekten kendimi alamayarak, balığın yanındaki kavrulmuş ıspanağa bakakaldım. O yarım saat hayatımda omega 3, folik asit ve proteinden ölümüne soğuduğum ve tabaktakileri parça pinçik ettiğim bir turistik imtihan olarak şahsi seyahat tarihime geçti. Hesap neyse ki ortalama bir meblağdı.

Tip topun ardından tamamen gelişine - artık yaklaştığım mekanı tahmin ettiğimden- aralara daldım ve bir kilisenin önünde cafelerin toplaştığı, ortalıkta sokak sanatçılarının arz ı endam ettiği bir meydana geldim. Kalabalık, meydanlardan çok ara sokak kafelerine kümelenmiş gibi görünüyordu. Birşeyler içmek istemedim zira yediğim balıklı oluşum iştahımı günün geri kalanında izne göndermişti. Kısa bir süre civarı turlayıp akıllara zarar bir bankamatik gördüm ve civardaki evleri genelde basketbolcuların tuttuğu dışında bir olasılık getiremedim aklıma.

Bu meydan aslında Ban Jelacic Meydanı'nın devamındaki Hırvat İstiklali Ilica Caddesinin soldaki ilk sokağının sonunda yer alıyormuş.Bir başka enstantene de bu sokağı sonuna yürüyüp caddeye sapanlar sadece turistlermiş. Ilica'nın başındaki dm marketten iş hanına girer gibi dalınca (adı neden öyle bilmiyorum)  meydanı caddeye bağlayan güzel bir pasaj olduğunu fark ettim. Özellikle octagon (sekizgen) kubbesi pasajı keşfeden turistlerin epey ilgisini çekiyordu.

Source of Life (Yaşamın Kaynağı)
Saatin sekize geldiğini fark ederek ufaktan hostele yollandım zira eşyaları da alıp 9'da kalkacak Dubrovnik otobüsünde olmak durumundaydım. Zagreb'i çözdüm ya diyerek lisede gördüğüm geometri literatürüme yamuk yaparak aralara daldım ve yolu tam 15 dakika haybeye uzattım. Çünkü hostele en kısa halihazırda yaya trafiğinde seyrettiğim caddeden ulaşabiliyormuşum. Döne yana, bir noktadan sonra sora sora otobüs garını haliyle hosteli buldum ancak bu coğrafi bozgun kesinlikle yer yön özgüvenimi sarstı.

Saat 8.45'te Zaşti'deki danışmaya otobüsü soruyordum. Aşağı in falanca perondan bin otur dediler. Rezervasyon yapılması gerektiğini tahmin etsem de adamın lafına uyup körlemesine otobüse bindim ve 45 dakika boyunca şehirlerarası yolculuk yapan bir otobüste ayakta giderek bir şahsi ilke daha imza attım.
Rezervasyon bunlarda koltuk seçimi anlamına geldiğinden, Karlovacko adlı, şehrin adını alan biranın üretildiği muhite gidecek zat ı muhteremler koltuk ayırtmıştı ve 45 dakika paşalar gibi oturarak gittiler. İzmir otobüsüne binip Polatlı'ya dek ayakta gitmekle denk sayılan bu absürtlükle, Karlovacko istasyonunda inen yarım otobüs insandan sonra yer bularak vedalaştım. Ayakta beklediğim süre boyunca bana eşlik eden İngilizce bilen Hırvat arkadaşla ülke genelinde hayran kitlesi oluşturan Türk dizileri üzerine ( Kuzey Güney, Muhteşem Yüzyıl ve Sıla) geyik çevirmek ve yüksek lisansta tez sıkıntıları üzerine bezgin konuşmalar yapmak gibi hafifletici sebeplerin yüzü suyu hürmetine, tıkabasa dolu arabada bir de teker teker bilet kontrolü yapan ve ayaktakileri çiğneyerek geçen reenkarne Karadziç'e takılmadan, uslu uslu bekledim ve yer bulduğumda uyuyabilirim sandım.

Buza Meydanı
 Zagreb Dubrovnik arası 11 saat arkadaşlar. Paraya kıyın uçak bileti alın derim, 2 ay öncesinden yarı fiyata bulduğunuz otobüs fiyatını nimetten sayıp aynı eziyeti çektiğinizi duymak içimi sızlatır. Olur ya, uyurum sanırsınız yanınıza horlayan, otobüsün karanlığında ilk bakışta Selda Bağcan zannettiğiniz bir teyze oturabilir, tam daldığınızda araba 2 gibi Split'e girer, cineler gibi çığrınan bir grup ergen backpackeri alır ve o ergenler ispanyolca çığrışarak uykunuzun turşusunu kurar, iş ki tam saat 5 te pasaport kontrolüne girersiniz ve 6.30'da Dubrovnik're 45 dk kala mola veresi tutar kaptanların. Ya da bunların hepsi olabilir...

Tren Garı
Özetle, bu yolculuk 50 metreden sıkıntılı olacağını bağırıyordu, farkındaydım ama yolun uzunluğuna yordum. Vurur kafayı uyurumcu gece yolcularından değilseniz, yolculuğunuzun selameti ve akıl sağlığınız için otobüse binmeyin :) Balkan dahilinde 3 saatin üzerinde otobüs yolculuğu önermiyorum.
Özetle, Dubrovnik'e eşşek ölüsü çantamla sürünerek de olsa sağ salim vardım ve o günün yarısını hostelde bilincimi geri kazanmakla geçirdim. ,
Sırada Dubrovnik'te geçen ve yine popomun yer görmediği 2.5 günün satırbaşları var...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Japonya 07: Kimono, Takogawa ve isimsiz Japon dizisi

Uluslararası Öğrenci Kartı Hezeyanı (ISIC Card)

Minyon Güneydoğu Anadolu Turu Gaziantep