Kiev (Kyiv) : Ukrayna Acı Vatan

Podil
Özet: Kiev. Cümle alemin çift olarak gideceğinizi öğrendiğinde müstehzi bir sırıtmayla taçlandırdığı, vizesiz ve Ankara'dan direkt dış hatlar uçuşu olmasa aynı hevesle gidilir mi diye ilk bir ölçüp biçtiğim, ama aslında hiç de kalbimi kazanmak gibi bir misyonu olmayan güzel memleket. Gerçekten Kiev baştan aşağı, sizi üzmeyen bir tatil demek. Toplam 3 gün geçirip, bazı yerlerde tur bindirerek her köşe bucağına yürüdük. Öncelikle içiniz rahat olsun. Dönüş yolunda açıkyüreklilikle mutabık kaldık ki, ortada öyle aman aman bir durum yok.
Kiev'in artıları: Tarihi doku, eski binalar, film seti gibi caddeler ve yokuşlar, güzel katedraller, kocaman yemyeşil parklar, ucuz yeme-içme.
Kiev'in eksileri: İngilizce o kadar da yaygın değil. Hizmet sektörü uluslararası tanınırlığı olan kurumsal bir işletme değilse, hayırseverlik üzerine kurulu. Garsonlar, tezgahtarlar sizden sıkıldıkları bir anda - çok hızlı olabiiyor- sanki sol böbreklerini istemişsiniz gibi davranabilirler.

Öncelikle, 'Sovyetler, Çernobil işte' falan deyip sadece o dönemden kalma binalar ve altyapıyla özdeşleştirmeye meyilliyseniz haksızlık etmeyin,  Kiev aslında tarihi 1000'li yıllara dayanan köklü bir şehir. Slavların adını verdiği çoğu devlet daha ortada yokken Kiev varmış ve çok kez istila edilmiş. Şehirde ayakta kalan yapıları ve iki otel arsası kaplayan inişli çıkışlı Mağaralar Manastırı'nı da görünce Ortodoks mezhebi için gayet özel bir şehir olduğuna ikna olacaksınız.

Dream House Hostel
Peşinen Podil semtinde (Bizimki Dream House Hostel'di) kalmanızı tavsiye ediyoruz. Şehrin merkezi olan Kreschatik Caddesi yerine, burada kalmak daha 'Kievski' bir deneyimdi. Gezdiğimiz yerler içinde en çok sevdiğim bölge hem ortamı hem binaları nedeniyle Podil oldu. Herşeyden önce akşamları Dnipro Nehri'nin kenarı, ana caddesi oldukça hareketli bir yer. Kiev Beyoğlu'su denilebilir. Ayrıca metro istasyonuyla kolay ulaşılabilen bir bölge. Düz ayak bir yer olduğu için Kiev'in geri kalanına çatır çatır yürümemizi de mümkün kıldı.  Yürüdük derken bir dükkandan diğerine, metrodan hostele iki adım yalandan yürümeyi kast etmiyorum. Bildiğiniz ilk gün 15 km, 2. ve 3. gün 19 km yaya yol yaptık. Öyle ki yol arkadaşımın havalı adımsayar bilekliği 'ikinizin de Allah belasını versin' deyip hesap etmeyi bıraktı.


St. Andrews Katedrali
Gezilecek yerlere gelince, bölerek fethetmenizi öneriyorum. Örneğin  Podil, Andrevsky Yokuşu ve tepesindeki St. Andrews Kilisesi, ordan kaptırarak Golden Dome St. Michael Kilisesi,  St. Sophia Kilisesi ve özellikle bahçesi, Golden Gate, Nezaleznosti Meydanı ve devamındaki boylu boyunca Kreschatik Cd aynı gün için yoğun ve güzel bir rota olur. Ayrı bir günde Marinsky Park, Mağaralar Manastırı (Pechersk Lavra) ve yakınındaki Rodina Mat (Vatan Ana) Anıtı'nın çevresi olabilir. Bu sırayla zaten hepsi önünüze serilmiş olacak. Nacizane tavsiyem, manastırları ve heykelin çevresini son güne bırakmayın.


Geziye hostelin hemen dibindeki Andrevsky Yokuşu'yla başladık. Burası yaklaşık 15 dakika dik dolambaçlı bir taşlı yokuşu tırmanacağınız, sıcakta epey zorlu, çocuk arabası, tekerlekli vb. araçlar için kesinlikle güzel bir tercih olmayan turistik bir rampa. Özellikle Pazar günleri baştan aşağı bir resim ve incik boncuk pazarı oluyormuş ki hafta içi gündüz ziyaret ettiğimizde bizi daha bir mütevazi karşıladı. Yol boyu kafeler, bir adet tiyatro, bolca dükkan ve kaldırım taşı sizi bekliyor. Bu yokuşu çıkmamak için, Podil'e ulaştığınız metro durağı olan Posctova Ploscha'nın çıkışındaki füniküler'e atlayıp, sıkışık ama hızlı şekilde, yokuştan çıktığınızda varacağınız noktaya 1 km uzaklıktaki Altın Kubbeli (Golden Dome) Kilisenin bahçesine ulaşabilirsiniz, aksine inebilirsiniz. Daha eğlenceli oluyor. Biz ilk gün 24 saat kesintisiz uykusuzluğun ardından 14.00'teki checkin i beklerken farklı bir rota çizip, Andrevski Yokuşunun sokaklarından birinden ayrıldık ve sanat galerilerinin olduğu, güzel binalarla dolu bir bölgeye indik. Yokuşu yarılayıp böyle bir yarım tur daha atabilirsiniz.

Altın Kubbeli St. Michael Kilisesi
Yokuşun tepesine ulaşınca, elbette yeşilli St. Andrews Katedrali'ni, bir kat üstünde Kiev için fazla betonlu bir park, ortasında bir müze ve alabildiğine geniş çimli bir alan göreceksiniz. İlk iş, orta menzilli bir Kiev manzarası için St. Andrews Katedrali'nin balkonuna uğrayın (komik bir fiyata bilet alıyorsunuz). Biz gittiğimizde içerisi ziyarete açık değildi, balkondan fotoğraf çektik. Buradan sonra heykelli yolu takip ederek fünikülerle aynı yere ulaştık. Kiev'in bu hilesiyle, kalan günlerde  'ilk gün' heyecanına yenilen Türk turistler oluk oluk yokuş tırmanırken Andrevski'den sallana sallana inmek tarihe tanıklık tadındaydı. Neden diğerlerine söylemedin derseniz, Kiev'de ayan beyan Türkçe bildiği belli olan insanların birbirini yok sayma konusunda ilginç bir inadı var.

St. Sophia Kilisesi- Çan
St Michael Kilisesi'ne giderken önümüzü kesen askerlerle bu yüzden ufak bir şok yaşadık. Meclis, füniküler ve Altın Kubbeli St. Michael Kilisesi'nin hemen yanında yer alıyor ve çılgın bir terörle mücadele önlemi olarak belediyenin kaldırımından turistleri mahrum bırakıyorlarmış. Ama Golden Dome St. Michael Kilisesi'ni karşı kaldırımdan ücretsiz ziyaret edebiliyorsunuz. Burası hızlıca ziyaret edip çıkılan cinsten. Ancak karşısında duran, 1 km mesafedeki St. Sophia'nın bahçesi (bilet alıyorsunuz, çan kulesine çıkmak ekstra) daha bir havalı. Oldukça korunaklı, yemyeşil ve modern sanat ürünleriyle dolu bahçesi epey dinlendirici, daha evimsi ve korunaklı bir özel okul yerleşkesi tadında.

Şehiriçi katedral turu, rotayı iyi planladıysanız St. Sophia ile sona erecektir. Buradan kısa bir yürüyüşle, Altın Kapı denilen (Golden Gate), şehrin eski girişi olan, 11. yüzyıldan kalma yapıyı ziyaret edebilirsiniz. Biz öyle yaptık. İçini de ziyaret edebildiğiniz bu yapı, şehri koruyan surların bir kısmıymış. Müzik grubu olmayan Moğollar tarafından şehir kuşatılana kadar da adeta mobesesiz bir şehir kapısıymış, öyle ki gelen önemli misafirleri burada karşılarlarmış.

Golden Gate
Buradan aşağı sardırıp Kreschatik Caddesi'ne çıkar ve biraz gerinizde kalan Maidan Nezaleznosti (Nezahat Abla Meydanı diye sadeleştirdik) ziyaret edebilirsiniz. Burası CB seçimiyle başlayan 2004-5 Turuncu Devrim'in gerçekleştiği yer. Meydandaki dev dikitlerde neler olduğuna dair fotoğraflar ve bilgiler yer alıyor. Meydanın karşısındaki simetrik binalar da çok güzel. Ancak konsepte aykırı ve ziyaretin süresini etkileyen unsur meydandaki dev pandalar. Hayvan kostümlü, onlarla fotoğraf çekilmeniz için darlayan arkadaşlardan bahsediyorum. Resmen arkanızdan koşuyorlar.

Maidan Nezaleznosti
Hemen meydandaki Kiev'i seviyorum heykeli önünde ziyaretimizi ölümsüzleştirdikten sonra caddenin içlerine nihayet ilerleyebilirsiniz. Bu alabildiğine geniş ve heybeti caddenin adı Kreschatik, ismini vakti zamanındaki krallarının vaftiz olmak için buradan Dnipro'ya yürümesi sebebiyle almış. (Christening- vaftiz) Hafta sonları ve resmi tatillerde bu cadde trafiğe kapanıyor. Binalara bakmaktan yürüyemeyeceğiniz bir yer. II. Dünya savaşında tamamı yerle bir olmuş ve Stalin'in emriyle 'Alem Sovyet ihtişamı görsün' dercesine daha görkemli bir şekilde yenilenmiş. Yol boyu lüks markalar, hediyelik eşyacılar, kördüğüm olmuş metro ağının bir durağı, 'masaj ister misiniz' diye broşürle gezen ve caddede yürüyen erkeklerin önüne kırmak için içinizden geçmeye çalışan hanımlar mevcut.


Kreschatik Caddesi

Göründüğünden çok daha yüksek.

Hafta sonu trafiğe kapanan Kreschatik

Caddenin sonuna doğru, Ruşen adını taktığımız, dükkana görer girmez alkollü likörden baş döndüren, Ukrayna'nın gururu, mütevazi Godiva tadındaki çikolatacı Roshen ile karşılaştık. Çikolataların içinde minibar olan çok fazla mağaza görmeyeceğiniz için burayı Ukrayna hatırası almak açısından iyi değerlendirin. Bunun yanı sıra, Tiflis (Gürcistan)'tan biraz aşina olduğum Sovyet mirası gereği yaya geçidi yerine alt geçitler, bunların içinde de gizli çarşılar var, hatta bir tanesi düz avm. Çoğu magnet vb. hediyeliği bu saklı çarşılardan aldık. (Bir tane de Mağaralar Manastırı'na giderken var) Ofansif mizah çerçevesinde hediyelik eşyacılar Putinli tuvalet kağıdı da satıyorlar.

Tek yaprak yeter?
Binaları süze süze caddenin tarihi kısmının sonuna geldiğimizde, önünde hareketliliğin olduğu bir kapıdan içeri sızdık. Dışarıdan burası olsa olsa devlet dairesidir derken, ağzımız açık kaldı. Aklınıza gelebilecek en kalbur üstü AVM'yi sollayabilecek bir Kiev YKM'sine girdiğimizi anladık. Buranın yemek katı da iki galerilik sushicisi ile 'ne sandın' dercesine, tütün ürünlerinden tut kahvecisine, şarküterisine kadar taksim taksim bölünmüştü. Pizzacısı da (zaten bir tane var) süperdi. Burası bizde Las Vegas'ta oksijen basılan bir kumarhanedeymişiz etkisi yarattı, günlerdir duş ve tuvaletleri yurt hesabı tüm hostelle paylaşan seferiler olarak, ışıltılı lavabolardan çıkmak istemedik, ama görev bekler deyip klima ürpertisini son bir kez içimize çekip kendimizi dışarı attık.
Taras Shevshenko Üniversitesi


Hemen caddenin karşısındaki Pinchuk Art Center'dan 'kapalıyız' diye böğüren güvenlik görevlisi tarafından kışkışlanınca, az ileride karşımıza vişne likörcüsü çıktı. Sıcak veys soğuk sadece vişne likörü var. Her taraf vişne ve şişe dolu. Burası bana hatırlattı ki, dahilen ve haricen alkol toleransım konusundaki özgüvene korkarım çok az şeyde sahibim. İyice mayalanmış vişnesinden de koydurduğumuz likörle yola devam etmek minik bir körebe oldu. Taras Schevchenko Parkı'nda zorunlu ve uzun bir mola verdik. Çok turistik bir vaadi olmamakla birlikte, güneşin alnından sonra ilaç gibi gelen ve şezlong şeklinde banklarının olduğu güzel bir parktı. Buranın çıkışında kırmızı binası olan üniversiteye 5 dk mesafede Botanical Garden'a da gittik ama likörden mi bakımsız bir orman şeklinde olduğu için o kadar da etkilemediğinden mi o arası yok.

Sonunda yerel restoran Pervak'a ulaştığımızda tamamen açılmıştık. Söylemekten mutluluk duyuyorum ki Kiev'de en çok Ukrayna mutfağı mutlu etti. Tiflis'te yemeklere avuç avuç atılan kişnişten ve kapalı mekanda sigara serbestisinden sonra Kiev'i iki konuda da bağrıma bastım.Tatlar damak zevki olarak Türk yemeklerine paralel ve çok lezzetli. Tavuk, patates, mantı, et şeklinde ana hatları olan bir mutfak daha fazla övgüyü hak ediyor diye düşünüyoruz. Tavuk Kievski, kuzeni tavuk pane sayesinde yurt yıllarından beri gözümüzün nuru olduğundan, varenky denilen yumruk kadar mantıları ve patates pancakeleri ile çok çabuk kendini sevdiriyor. Bizim gibi Puzata Hata -daha kozmopolit, avm yemek katı mantığında- ve Pervak'ta - geleneksel restoran- hepsini deneyebilirsiniz.

Pervak
Pervak bir tık daha turistik ama yerel lezzetler ve hizmet açısından daha memnun ayrılacağınız bir yer. Ballı biberli vodkayı yemekten önce ikram ediyorlar. Ne güzel bir jest derken anlıyorsunuz ki, tuz ruhu lavabo giderini nasıl eritiyorsa bu vodka da boğazınıza aynısını yapıyor. Bu kadar yandığımı hatırlamıyorum. Ama gerek hizmet, gerek garsonların İngilizce anlaması ve tam da söylediğin yemeği getirmesi, garson ablaların cesur geleneksel Ukrayna kostümleriyle servis yapması açısından değişik bir deneyim oldu. Pervak lüks sayılmasına rağmen aslında Türkiye standartlarında ortalama bir hesap ödemiş oluyorsunuz. Grivna ile.

 Şehrin bu bölümünü Pervak'la bitirmiş olduk. O kadar ki bir yurtdışı seyahatinde ilk kez yöresel lezzetlerle dolup son gün değişiklik olsun diye pizzaya dadandık. Bir tek borsch çorbası çok şekerimsi bir tadı olduğu için çok hoşumuza gitmedi. Bir de tatlı namına hiç ayırt edici bir lezzet yoktu. Puzata Hata'da denediğimiz tatlı krebi,  20 sene önce ateşim çıksa da annem içirse dediğim pembe öksürük şurubuyla yaptıklarını düşündüm.

Ukrayna mutfağıyla dolup, ertesi güne Marinsky Parkı adında, bugüne dek gördüğüm en geniş ve bakımlı şehir içi ormanla başladık. Bu kadar bakımlı ve huzurlu bir yer olamaz.Goethe'nin 'şehirlerin içinde orman gördüm ama ormanın içinde şehir ilk kez görüyorum' dese dese burası için demiştir.  Deliler gibi yürüyüp ikinci güne bu epey geniş parkı da sığdırdık ama çok zorlayıcı oldu. Arsenalna Metro istasyonundan 5 dk yürüyerek hızlıca ulaşabileceğiniz park, oldukça geniş ve yemyeşil. Kolay kolay ayrılmak istemeyeceksiniz. İçinde Marinsky Sarayı, Su Müzesi, Dinamokiev stadının Beleştepe locası, güzel ama çok yüksek bir köprü, sayısız heykel ve elbette en güzel Kiev manzarası var.


Kilitli köprü

Heykeller çok sevimli.

Marinsky Parkı'ndan Kiev Manzarası

Su Müzesi ve Müdür

Dostluk Takı
Birbirine yakın olduğu için gündüz erken bir saatte bu parkı ve içindeki Marinsky Sarayı'nı, meraklısıysanız Dinamokiev stadını ziyaret edin. Şehir içindeki parkların ve bir de botanik bahçesinin de kendince bir albenisi var ancak ben Kiev'de en çok burayı beğendim. Buranın Arsenalna metro istasyonuna yakın bir kapısı var, oradan kaptırıp Mağaralar Manastırı'na dümdüz 15 dk yürüyüşle ulaşabilirsiniz. Metroyla bu Manastır'a ulaşmakta zorlandıklarını okudum. Arsenalna değil, Dnipro istasyonunda indiklerini ve korkunç bir yokuş çıktıklarını tahmin ediyorum. Metro demişken Kiev'de ulaşım için değil sığınak olarak metro inşa ettiklerinden olabilir, en az 5 dakika merdivenlerle aşağı indiğiniz istasyonlar klostrofobik bir deneyim. Arsenalna bunların en derini ve iki aşamalı şekilde, 10 dakikada metroya ulaşıyorsunuz. Biraz da bakımsız ve inanılmaz gürültülü bir metrosu olduğu için, o derinlik gözümüzde büyüyüp bizi her tarafa yürümeye teşvik etti.


Yol üzerinde takıcı, magnetçi bir sürü tezgah, bir adet Roshen göreceksiniz, hala hediyelik almadım derdindeyseniz manastıra varmadan önceki kavşaktaki alt geçit çarşısına dalın. Ukrayna seramiğinden kupalar ve çay takımlarından gözlerimi zor ayırdım. Buradan yeryüzüyle yeniden buluşarak Holodomor Anıtı ve Müzesi'nin -elbette ki yer altına giriliyor- yanından geçtik ve yolu takip edip Mağaralar Manastırı'nın (Pechersk Lavra) girişine varabildik. Burası bir kompleks, aşağı ve yukarı diye ayrılmasına şaşırmamak gerekiyor. Game of Thrones ya da Yüzüklerin Efendisi'ndeki şehirleri andıran kısımlar var. Tavsiye edilen mağaralar kısmına - hacı olmak için- bir noktada mumla girmek gerekiyor, orada azizlerin mumyaları vb. varmış. Sanırım turistik likiditemize ulaştığımız için sessiz bir şekilde anlaşarak kalabalık sıralardan uzak durup önümüze çıkan her manastırı ziyaret ettik. Girişte bu mekanların içinde görüntü alabilmek için ayrı bir bilet almak gerekebiliyormuş, iç mekanlarda şansımızı zorlamadık ama çekenlere çemkirildiğini de görmedik açıkçası.
Mağaralar Manastırı




Suni Kıtlık Sebebiyle 1932-33'de yaşanan Ukrayna Kırımı anıtı
Mağaralar Manastırı
Manastırı gezerken uzaktan kılıcın ucunu gördüğümüz Vatan Ana'ya ulaşmak bir 15 dakikalık daha yürüyüşle nasip oldu. Bu alan biraz daha savaş ve kahramanlık odaklı olduğu için bilimum tank, top, tüfek ortaya koyulmuş, sığacak gibi olanlar da müzeye alınmıştı. Rodina Mat (Vatan Ana) bölgesinin tüm kısımlarını görmek 2 saate yakın zaman alabilir. Kalabalık bir gününde denk geldiğimiz ve Mağaralar Manastrı'nda uzun süre yürüdüğümüz için gezinin bu kısmını daha yüzeysel tutmak durumunda kaldık zira bacaklarımızdan birini orada bırakacağımızı düşündük. Arsenalna metro istasyonuna döndük ve Andrevsky Yokuşu'nu yine yukarıdan aşağı kat etmek üzere yola koyulduk.

 Bir alt sokağından girip, daha güzel bir caddeyle karşılaşınca bir süre de buraya şans verdik. Hemen ardından plaza mantığında bir binanın garajından asıl rotamızla kavuşunca, Kiev'de yeni bir bahçe daha keşfettik: Mozaik park. İnsanın aklına bisküvi ve çikolata getirse de, aslında çocuk parklarının mozaiklerden yapılmış oyuncaklarla dolu olduğunu düşünün. Bir tepenin eteğini boylu boyunca mozaik oyuncaklar ve sokak lezzeti karavanlarının arasında (alkolsüz kokteyl alabileceğiniz karavanlar bile mevcut) kat edip, Andrevsky Yokuşu'nun tepesine varıyorsunuz.
Bu sefer Pazar günü olduğu için buralar iyice hareketlenmişti. Her tezgaha baka baka iki katı sürede indik. Ağırlık matruşka üzerine ve  yaratıcılıkları sınır tanımadıklarını söyleyebilirim. İki farklı tezgahta Yoda ve Atatürk'lü matruşka satmak istediler. Teşekkür edip yolumuza devam edince adam içi farklı diye uzun uzun diretti, öyle ki açınca sırayla İsmet İnönü, Celal Bayar, Kazım Karabekir çıkacak sandık, pazarlama vizyonuna ürpertiyle karışık bir hayranlık duyduk.

Yokuşu son kez inince, hostelin dibindeki Lviv Handmade Chocolate (Zaruriyet Çikolatacımız) 'da kırmızı biberli sıcak çikolatayla hostel restoranının denemediğimiz alkollü kokteylerine altlık yaptık. En son ne var ne yok toplayıp, Uber ile havaalanının yolunu tuttuk. Geceyi de bizi Zhulhany (Kiev havaalanı diye düzeltiyorlar) Havaalanı'na götürmek üzere gelen Uber şoförünün kısa briefingi ile noktaladık. Bu havaalanında online checkin yok, checkin kioksu da elbette çalışmıyor. Sıraya girip bilet aldık ve 3 saat rötar ile sabah 7'de Ankara'ya vardık.

Podil'deki hostel, avlusu, restoranı, mahalle çay ocağı genişliğindeki dövmecisi (only god can judge me esprisi 3 günde ne kadar gündeme gelebilir hesaplayın) ile, bünyesindeki zilyon tane sarhoş ergene rağmen, hiç gürültüsüz, sakin ve güzel bir tatil yaşattı. Kaldığımız semti çok sevdik. Aynı şekilde, nehir kenarı, yemyeşil parkları, her köşede karşımıza çıkan heykeller, Ukrayna mutfağı ve merkezdeki film setinden hallice caddeler ve sokaklar çok etkileyiciydi. Kiev'in hakını vermek için 3 tam gün ayırmanızı şiddetle tavsiye ediyoruz.
Gezinizin daha da iyi geçmesi için nacizane, centilmenliği ve soğukkanlılığı Kiev gibi bir deplasmanda bile elden bırakmayacak, çelik iradeli bir yol arkadaşı edinmenizi de öneriyorum. Yol arkadaşıma uyumlu yaklaşımı, gezi programıma gösterdiği sorgusuz güveni ve şiş ayağıyla son gün kilometrelerce yürüdüğü için bir de buradan teşekkür etmek istiyorum.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uluslararası Öğrenci Kartı Hezeyanı (ISIC Card)

Japonya 07: Kimono, Takogawa ve isimsiz Japon dizisi