Paris 'deuxieme': Bir Louvre, bir Eiffel, bir Versailles

Ertesi gün Louvre Müzesiyle başladık. Piramitimizden girip, 14 euroluk sadece müze kısmının değil de bodrum kattaki güncel sergileri de gezebileceğimiz bileti alarak, önceden Ayşenur'un not aldığı belli demirbaşları (efenim bir Michalengelo, Da Vinci vb.) ziyaret etmek için Richelieu'den girdik . O havadar ve mermer döşenmiş mitolojik avluyu pek beğendim. Beğenmediğim ise turistik bir mekanda çalıştığından habersiz/şuursuz Fransız görevlinin Fransa bayrağı gibi dalgalanarak Ayşenur'u İngilizce konusunda fırçalaması oldu.


'Çağ'a ayak uydurmanın gerektirdiği moda değişikliği vb. konularda heykeller üzerinden epey bilgilendikten sonra tablolara geçtik. 'Denon' pavyonuna. Louvre'un kısımlarına pavillon denmekte ki okunuşu direk 'pavyon'. Son derece sanatsal ve entelektüel güdümlü bir insanın 'Denon pavyonunda Mona Lisa'yı çok methettiler ona geldik' demesinde niyet olarak hiçbir fesatlık yokken bile bu talihsiz anlam daralması derin bir sessizlik yaratabilir. İş ki popüler kültür adamı ipe götürür...



İşte bu Mona Lisa ablamıza, binlik puzzle ebatında çift kat camın  ardından güçbela seçilen Da Vinci'nin en bilindik eserine, şanslıysanız parlayan camın ardından nete yakın, ballıysanız parlayan camın ardından net ve önünüzdeki Japon başının Mona Lisa'nın omzuna yaslanmış gibi göründüğü konsept bir çekim yapmak zorunda kalmadan 'e iyiymiş' deyip müzenin diğer bölümlerine geçebilirsiniz. Mesela Flaman ressamların salonu çok daha tenha ancak resimlerdeki detayları daha hoş. Bu arada verimli bir Louvre turu için ( sanat eseri zehirlenmesi geçirmemek adına) ne görmek istediğinizi önceden belirleyin ve en az 3 saati gözden çıkarın.  (Napolyon amcamın salonu da bir seçenek) Açıkçası dünyanın antik bir yerinde toprak altından ne çıktıysa kaldırıp Louvre'a getirmişler. Hadi tabloların ensesi biraz daha kalın, ama mekanın kalanı heykeller ve kalıntılar için bir nevi huzurevi.


Eiffel için yollara, daha doğrusu metro tünellerine inen merdivenlere düştük. 'Bir Hakeim' adında bir istasyonda inip bir müddet yürüdükten sonra olabilecek en ayak altı Japon Kültür Vakfı'nın önünden geçerek (bir an için bir Fransız Göksenin'inin ihtimalinden de ürkerek) nevalenin önüne vardık. Çıkmama konusundaki fikir birliğinden memnun bir şekilde, önündeki köprü boyunca çeşitli açılardan fotoğraf çekilip, 'bu pozu vermeyeni dövüyorlarmış' kıvamında kareler yakalayarak Paris turunu teyit ettirmiş olduk. Eiffel'e her türlü sırasına rağmen illa ki çıkacağım diyenler için spoiler - geçen seferden hatırladığım- yukarısı felaket sallanmakta. Değsin isterseniz hava karardığında çıkın.

Ertesi gün Versailles'e yollandık. Bu esnada tam 14 hatta sahip Paris metrosuyla samimiyeti epey ilerlettiğimizi de not etmeden geçemiyorum. Çok hoş bir detay olarak giderken kullanabildiğimiz şehir içi bilet, dönüşte Paris dışına çıkmış olduğumuzdan tedavülden kalkarak 3.50 euroluk yeni bir bilet almayı gerektiriyor.
Aynalı salon, M. Antoinette'in bahçeleri gibi turistik mimari mamüller ise bu seferki seyahat için bir meta...
 Bir pazar sabahı turist nüfus uzun bir kahvaltı edip ( o kadarcık kruvasan ve reçelle pek de olası durmuyor ya) gazete okumaktan feragat edip Versailles'ın girişine kümelenmiş. İçeri girmek başka bahara kaldığından Aynalı Salonu google görsellerine bıraktım. Ucundan kıyısından Antoinette'in bahçeleri  hediyelik eşya dükkanı gibi seçenekleri değerlendirip ortalıkta eşinerek genel mimari hakkında fikir edindik. İstasyon yakınlarına dönerek Chateau de Versailles yerine Le Sturbucks' ın doğal güzelliklerini, mimari dokusunu keşfetmeye yöneldik. Biraz da Versailles sokaklarında gezinip bir pastanenin tatlılarını denedik.

Paris merkeze dönüp Oli'yle Louvre'un önünde buluşarak Barcelona uçağı öncesi dünya mutfağına ilişkin cesur bir deneme atlattık. Biri sorsa ki 'riks' nedir, verdiğimiz 'boş kağıt' kesinlikle uçağa binmeden Hint yemeği yemektir olurdu. Mango kokteyliyle başlayıp her çeşit sebze ve sosla taçlandırılmış bir yemeği şekerli pilavla noktaladık. O an 'pirinci haşlayıp pilav diye yiyorlar' şeklinde acımasızca eleştirdiğim Japonları bile alnının çatından öpmek geldi. Ey dünya ahalisi, diplomatik krize mahal vermek istemem ama biri bunu söylemeli: pilav yapmayı bilmiyorsunuz...

Ünlü Beauvais havaalanına gitmek için bir istasyona, oradan dandik bir otobüse, en son da gardan bozma havaalanına ulaştık. Pespaye bir havaalanı olmasına karşın free shop'undan geri kalmayan Beauvais'ye ve Fransa'ya, bugüne dek gördüğüm en matrak kabin amirine sahip bir ryanair tayyaresi ile veda ettik. Uçakta bizimle aynı sırada, gönüllerince küfreden 3 Türk bayan yolcu ve ön sırada yol boyunca gülücükler atan ve bir uçak yolculuğu için fazla akıllı uslu 2-3 yaşlarında bir bebiş eşliğinde Fransız hava sahasından ayrılmış bulunduk...

Yorumlar

Yorum Gönder

İki çift lafım var:

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uluslararası Öğrenci Kartı Hezeyanı (ISIC Card)

Japonya 07: Kimono, Takogawa ve isimsiz Japon dizisi