Barcelona 'Tres': Bir Akdeniz gastronomisi

Bloğun olay örgüsü o kadar dağıldı ki, Ayşenur'u Barcelona'da unutmuşum da taa ordan Sakız'a geçmişim gibi bir enteresanlık oluşmuş. Buna kısaca La Vida Loca'ya bir yunan adası kaçamağıyla ara verdim diyelim.
Daha önceki Barcelona izlenimlerimi  Akdeniz Akşamları ve Vicky, Christina, Messi adı altında iletmiştim. Bu seferki 3 günlük Barcelona gezintisinde tekrara düşüp Gaudi zehirlenmesi geçirmemek gibi aklıselim bir eğilimle Rambla'dan ara sokaklara dalmak, sahilde gezinmek, hostel ekürisiyle sosyal etkinlik gerçekleştirmek gibi icraatlerimiz oldu.
Master Chef Kyle
Hostel Arian'da kaldık. Metro durağına yakın, dışardan bakanın mahallenin terzi dükkanı sanabileceği ama içinde medeniyetlerin karıştığı bir hosteldi kendileri. Misal, mutfağın tvsinde ispanyol dublajlı Brave Heart oynuyordu. Ne buyurmuş Senor William; cada hombre muere, no todo hombre vive realmente.*  Rambla'dan duymuşlardır finalde 'libertad' diye bağırdığını. Film sayesinde o esnada mutfakta bulunan bir grup İskoçla tanıştık ve filmi abes bulduklarını da öğrendik. İnsanın kolunda altın bilezik işte.

Ertesi akşam, şu sıralar dünya etrafında tam bir tur atmakta olan 'Alman-Amerikan' Ralph (şu sıralar Kuzeydoğu Asya'nın kıyı şeridini katetmekte), doğma büyüme Kaliforniya çocuğu, dünya dillerini hobi olarak konuşan Kyle ve bir masa dolusu İngiliz doktor adayı kızcağız ile fantastik bir deniz ürünleri partisine şahit olduk ki farklı tatlar konusunda zıvanadan çıktığımızdan Barcelona midemi biraz şövenist yaptı.
Bir gün öncesinde de Barcelona'nın meşhur pazarından 1 euroya tropikal meyve tabağı almıştık, hani taze hindistancevizi, ananas, papaya, kavun, çilek vb. mobil bir manav tezgahı formatında olanından. Hatta öneri üzerine papayaya misketlimonu (lime) sıkınca ve cidden hoş bir tadı olduğunu fark ettim.
Mazhar Fuat Özkan
Sülünes
Deniz ürünleri partisi gerçekten bambaşka bir gastronomik yolculuk oldu. İstiridye ile başladık. İngiliz eleman sadece bıçakla açtı ve tabaklara koydu. Limon sıkıp öyle yeniyormuş. Görüntü biraz iç gıdıkladı ama 'deneme sürüşü' deyip bağrıma bastım o deniz suyu tadını. Devamında kayışımsı, tereyağıyla soslanmış sülünes (razorclam diyorlardı kendisine ve yanlış anlaşılma sonucu biz onu denizhıyarı sandık. Bu yanlış anlaşılma da Banu Hoca'dayken açığa çıktı.), cava şarabıyla pişirilmiş midye,  pişerken homeTV programlarındaki gibi ciyaklamadan edebiyle can veren kahraman ıstakozlardan geriye kalan pembemsi yumrular yedik. 
Istiridye
Herşey iyi ya da kötüden bağımsız şekilde farklıydı ve bence çok hoştu. Zira carefour'un hazır fideguay denemesi üzerine Barcelona'ya ve Akdeniz'e dair eğlenceli ve çok yönlü güzel bir akşam oldu.
O gece, hostelin karşısında geyik çevirirken, How I met your mother usülü sandviçleri de denedikten sonra koğuşlara dağıldık ki bu bir kelime oyunu değil: Hostelin en geniş odasında, adını '9. hariciye koğuşu' koyduğum dokuz ranzalı odada kalmaktaydık. Sabah gözünüzü açtığınızda bademciğini seçebilceğimiz görüntü kalitesinde uyuyan kısmi 'cıbıl' Avusturalyalı oda arkadaşlarımız vardı.


Çoğunluk akşam yorgun gelip, kaseyi devirip yatmaktan ya da akşam çantasını atıp sabaha karşı gelmekten 'ibaret.' İşin ilginci odada bir kişi bile uyuyorsa, geç saatte gelen ışığı açmamakta. Bunun getirdiği sağa sola çarpma kaynaklı gürültü apayrı bir gerçek ama bu zihniyeti son derece saygılı buldum, her hostelde bulunamayabilir.

Barcelona'da ara sokakları arşınlayarak, hediyelik eşya dükkanlarını gezerek ve gastronomik denemeler yaparak 3 günü tamamladık. Sanırım önceki gezinin yoğunluğu bu versiyonu biraz sade kıldı ancak hala görülmedik kısımları kaldığından (Montjuic gibi) ve deniz ürünleri partisi gibi arasam bulamayacağım etkinliklerden dem vurdu. Her şeye rağmen ve hala ziyaret etmekten yan çizeceğim bir şehir değil. Otobüsle El Prat Havaalanına giderken kafamda 2009'daki ve şimdiki resim arasındaki 7 fark gibi oyunlar oynarken işte bunu fark ettim. Bu sırada da, bana yine kısa gelen klimalı otobüs yolculuğum sona erdi.
Enstanteneler bununla bitmedi. Rotterdam'a aldığım bilet için check-in esnasında Transavia, beni Hollanda'ya almamaya kalktı. 'Schengen değiliz biz, dedi, pasaportuma anlam veremedi,vizen yok' şeklinde kibarca özetledi. Ben de o sizin kaybınız,dedim, İsviçre de değil ama elimi kolumu sallayarak girdim' şeklinde pasaporttaki muhtelif damgaları göstererek artan sinirimi bastırmaya çalıştım. Sonunda bi hayırsever açtı söyledi mi bilmiyorum, kadın liseden bir arkadaşını tanımış gibi bilgisayar ekranına rahatlayarak baktı. Çemkirme ibremin tavan yapacağı bir esnada da ' window or aisle?'(pencere mi koridor mu?) deyiverdi. 'Kokpit!' diyesim geldi ama biniş kartımı alıp halime şükretmeyi seçtim.
Gümrük genel kültürü konusunda yaşanan bu ufak arbedenin ardından, lütfedip bindirdikleri uçak havalandığında rahat bir nefes alarak gündüz gözüyle Barcelona'ya veda ettim.

* Her insan ölür, ancak her insan gerçekten yaşamaz.(Brave Heart'tan kadim bir Wallace repliği)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Japonya 07: Kimono, Takogawa ve isimsiz Japon dizisi

Uluslararası Öğrenci Kartı Hezeyanı (ISIC Card)

Minyon Güneydoğu Anadolu Turu Gaziantep