Dubrovnik- 2

Dubrovnik'in Old Town'ı bir gün ayırarak dipbucak gezmiş ancak otele döner dönmez, Balkan seyahatimin başından itibaren geometrik olarak artan yorgunluğuma esir olup bayılmıştım.Ertesi günü daha hafifletilmiş gezmeye yeminli bir şekilde otelden çıktığımda, akşamına daha yorgun döneceğimden habersizdim.

Öncelikle sabah hemen otele 5 dakika uzaklıkta bulunan Lapad sahilinde, 2013 yaz sezonunun ilk denize girme aktivitesini gerçekleştirdim. Denizi yaz günü için oldukça ılık, sahili kumlu, ancak insanların sığışabileceği alan biraz dar olduğundan şezlonglar dip dibeduruyor. Aşırı dıptıs dıptıs olmaması ve insanların edebiyle denize girmesi yönüyle huzurlu bir yerdi.şyalarımı emanet ettiğim teyzeye kısa bir teşekkürün ardından hostele dönüp, yarım saate geri kalan yapılacaklar listemle tekrar merkeze yollandım.

 Sarı antenli telekomünikasyon şirketine yurtdışı tarifelerinin kabızlığı için sayıp söverken bir yandan da Hırvat usülü telefon kartı edindiğim ve bütçemi 10 gün içinde gereksiz yere kartlara yatırdığım için söyleniyordum zira telefon kulübesi aramaktan bir nebze yılmıştım.Tak konuş kartlara göre çok karmaşık bir sistemi vardı, kartın üzerindeki zilyon tane numarayı istedikleri hızda girdikten sonra da arayacağınız numarayı girip ancak ulaşabiliyordum ve bazı telefon kulübelerinde arıza vardı, örneğin karttan şakır şakır kontör eksilirken benim sesim karşıya gitmiyordu. Bu sevimsiz iletişim handikaplarıyla haybeye cebelleştiğim 4 günden sonra bohem hayata gönül verip elim cebimde habersiz gezerek, bir finansal intihar şekli olarak da gelen aramaları cevaplayarak yoluma devam ettim. Malum işletmeye sarı antenleri için hedef göstereceğim müstakbel faturayı bağrıma basacaktım.

Dubrovnik kartın hedayesi olan ve bir dönem Ankara'da da kullanılan eski kağıt biletlerle Gruz'a geldiğimde, bu kez deneysel çalışarak, akın akın Old Town'a giden turistlerin arasından sıyrılıp, ara sokaklara kaptırdım. Önceki gün surların tepesindeyken gördüğüm dışarıdaki kaleye gidecektim. Kolay olmadı ancak 10 dakika sonunda kalenin merdivenlerini bir grupla birlikte tırmanıyordum.

Sıcakla sevimli bir kombinasyon olmayan dik merdivenler bittiğinde, kalenin içinin ( girişteki amca Dubrovnik kartımı görünce geçmeme izin verdi) boş ve bir miktar köhne olduğunu görünce inceden hayal kırıklığına uğradım. Burçların tepesine ulaştığımda bunca zahmeti kurtarır cinsten bir manzara beni bekliyordu. Bu kalenin nedense çok talibi yok, merdivenlerin etkisi de olabilir, ama bence surlardan görülecek manzaranın çok daha güzelini vaad ediyordu.


Aynı yolu geri tepip, Old Town'a girmemeye yeminliymişim gibi bu sefer şehrin duvarlarını dışardan takip ederek Srd Tepesine çıkan teleferiğe ( İngilizcesi cable car) ulaştım. Surlara çok yakın ancak bir miktar içeri tarafta.Çay bahçesi kıvamında bir yerden geçip, tesadüfen burayı bulmuşum gibi bir his yarattı bende. 96 kunaya  TL'ye çevirmemeye ve içimi yakmamaya özen göstererek gidiş dönüş bileti  aldım. Garip bir şekilde sadece çıkış bileti gibi seçenekler de vardı. İletişim handikapına kapılan turistlerin tek yön alıp geri dönüşte tepede mahsur kaldıklarını ve bu hengamede aşağıya zamanında inemeyerek neredeyse gemilerini kaçıracaklarını (bir tanesiyle genetik bağım var) bildiğimden etrafta aynı hataya düşmüş insanlar olup olmadığına dikkatle baktım.

Bir süre bekleyip yukarı çıktığımda, tepenin iddialı bir biçimde estiğini ve hazırlıksız çıktığımı fark ettim. Güneş batana dek orada kalacağımın bilinciyle, rüzgar estikçe mücrim gibi titreyerek ve teleferik binasına kaçarak kendimce çözüm yaratmaya çalıştım ancak pek verimli olmadı. Temmuz bile olsa donacaksınız, uzun kollu alın!

 Binada bir hediyelik eşya dükkanı ve kapalı bir restoran var, dağın yamacına taşmış masaların da içeridekinden türediğini varsaydım. Yamaçtaki şemsiye altına kurulmuş masalar çok sevimliydi ve manzaraları "uçuruma" sıfır konumdaydı. Ancak denize bakan tarafta yemek yiyenler oturabiliyormuş, bişeyler içecekseniz, sizi dağın denizsiz ve keltoş yamaca bakan masalara kibarca yönlendiriyorlardı. Dağın öte yanına baksa da hak geçmesin, buranın mocha ve orman meyveli pastası güzel. Fiyatları da turistik bir mekan için kabul edilebilir durumda.


Yamaçtaki mekandan da vakitlice kalkıp, koca bir haçın bulunduğu, Old Town'ı hatırı sayılır metre yükseklikten görebileceğim ve kararan hava eşliğinde turistlerin akın ettiği alana geldim. Malum korkuluklardaki yerler sınırlı, bu da vardiyalı olarak fotoğraf çekilenlere yer açma gibi hayırsever organizasyonlar gerektiriyor. İnat edip havayı kararttığım için, sayamadığım kadar Hintli ortayaşlı çift ve balayında Japon çiftin fotoğrafını çektim. Kendime ve uluslararası kamuoyuna yeterince fotoğraf çektiğime karar verince, saati 9 etmiş olmanın bilinciyle teleferiğe geri döndüm. Aşağı inen teleferikteki yoğunluk, haftaiçi sabahları 230 Hacettepe otobüsünde yoktu. Keşke evden Beytepeye de ulaşmak 1.5 dakika sürse, bu kadar sıkışmaya razıyım diye kendimi avutarak bir Dubrovnik akşamında Old Town'a geri ulaştım.

 En yakın kapıdan Old Town'a girerek parlak taşlı Zaruriyet  caddesini bir de akşam gözüyle baştan uca gezdim. Akşam nispeten şehrin içi daha sakin. Çoğu turist şehrin dışında kaldığından - tahmin ederim çünkü surların içi için hostel düzeyinde bile iddialı rakamlar isteniyor- ve gece hayatını da beraberinde surların dışına taşıdığındandır diye tahmin ediyorum.

Gruz'a, otobüsten indiğim noktaya dönüp hostelin yolunu tuttuğumda, arabaya binen Alman sarhoş ve kahkaha sıfatında kişneyen ekiple Lapad'a hostelime geri döndüm. Hostelin önünde yol çalışması vardı ve internet bağlantısı kesilmişti. Akşamın kalanını ertesi gün Kotor'a yapacağım seyahati planlayarak ve belediyenin zamanlamasına rahmet yağdırarak geçirdim. Ertesi sabah 8'de Kotor'a giden otobüste olacaktım ve bir pasaport handikapı daha beni bekliyordu..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uluslararası Öğrenci Kartı Hezeyanı (ISIC Card)

Japonya 07: Kimono, Takogawa ve isimsiz Japon dizisi