Japonya 07: Bambi aslen Nara'lıymış...

Ben gittiğimde aynen böyle görünüyordu:


Arabaya doluşup Nara'ya yollanarak Japonya seyahatinin en hareketli etkinliğine giriş yapmış olduk. Eski başkentlerden biri olan Nara kimisi enine dolgun kimisi kule kıvamında eser miktarda sivri ve kıvrık çatılı mimari numunelere sahip. Sanırım yüzölçümünün geniş bir kısmını da bu tapınakların etrafını saran bakımlı bahçeleri işgal etmekte. Ben ziyaret ettiklerimin içinde bir tek Todaiji'nin adını hatırlıyorum.

Kısaca Todo şeklinde seslendiğim bu huzur yuvasının girişinde, bir çeşit Japon azrailinin 'orda dur' işareti çeken heykeli var ancak ne yazık ki Asyalı kimliği asimile olmuş- pembe saten olayına hiç girmiyorum zaten- bunla kalmamış son derece egzotik bir şekilde Karayip Korsanları'ndaki cesetlere benzemiş. O heykelin sevimliliğine ve davetkarlığına rağmen hala oraya turist giriyor diye öncelikle ister istemez hayret ettim. İçeri girince dini figürlerin de o sabah 'günlerinde' olmadığını fark ettim. 'Duygusal robot yapmayı biliyorsunuz ama 'Ne olursan ol gel' teknolojisini henüz geliştirememişsiniz' diyesim geldi ama hem uyumlu misafir takılmak hem de Japoncamın biçim ve içerik açısından bağlı cümle formatında laf sokabilecek seviyede olmadığının bilincinde olmaktan ötürü 'ilginç' bulup sırıtmakla yetindim.
 Buda'nın ve sanırım hanımının (ya da daha feminen çizgilerini yansıtan, hayatının farklı bir kesitine dair bir çalışma idi) nacizane dört metre yüksekliğindeki heykelleri, etraflarında çiçekler, mumlar, fonda altın kakmalı bir dönme dolap, hemen önlerinde hatim indiren bir Japon teyze/amca topluluğu, bir adet muhafız heykeli ve tapınak boyu, ahşap ve artık küflenmiş raflardaki devam eden duvarlardaki resimli açıklamalar eşliğinde tam bir tur atarak tapınaktan çıkmaya niyetlendik. Ama çıkışa yakın kalın ahşap kirişlerden birinde laptop ekranı kadar bir delik ilköğretim öncesi yaşlarda seyreden bilimum sabi sübyanın eğlencesi haline geldiğinden ufak çaplı bir hengame yaşandı. Hayır kimse önceki hayatında kendini tahtakurdu sanan velede takılıp düşmedi; sadece çocukcağız orada sıkıştı kaldı.

Bahçeye çıkıp geyiklere bakınmaya başladık. Körpe ceylan kıvamında bir kısmı tapınağın çevresindeki yeşilliklere, kodaman olanları da girişteki toriinin etrafında toplanmıştı. Takashi büfeye yürürken ben fotoğraf çektiğimden üç tane bilyeli gazoz (evet gene o nevale) ve iki paket tuhaf bisküviyle geldiğini fark etmemiştim. Bisküviyi uzattığında yeni yemekten kalktık diye 'yok teşekkür ederim' dedim kendisine. Yuka o sırada bisküvilerden alıp geyiklerden birine yedirmeye başladı. Favorisi değil herhalde ziyan etmemeye çalışıyordum dedim içimden. Neticede mesela ben de sevmediğim deodarantlarımı sineklere sıkarım. Ama konu o değil. Ben sırıtırken Takashi de aynısını yapmaya başladı, arkamızdaki çocuğu sıkışan aile bireyleri de, geyiklere yanaşan Nara sokaklarındaki turistler de. Onlar bisküvi değil sıkıştırılmış geyik yemiymiş. Alsaydım katır kutur yiyecektim ortalık yerde. Bu hazin enstantene halen aile ortamında sıcak bir anı olarak varlığını sürdürtmekte ne yazık ki. Tek teselllim gazoz insanlar içinmiş.
Geyiklerle orta karar samimiyeti de mesafeyi de koruyup oradan uzaklaştık ve civarda gezinmeye başladık. Todaiji'nin paralelindeki bahçede de eğik, sivri çatılı 'Japon paratonerleri' vardı ama orası daha çok 'park' gibi. Ortada bir yerde keskin bir balta unutulmuştu ya da dekorun bir parçasıydı, orjinal Halka'da Sadako'nun çıktığı kuyuya benzer bir numune mevcut bu dediğim korku filmi setinin az ilerisinde. Bir süre sonra sürekli sivri çatı görmek bünyede 'zihni' kaynaklı alerjik reaksiyonlara yol açsa da bu kadar uhrevi bir ortamda, geyik kardeşlerimin önü sıra ağız kulak mesafemi belli bir kalıba oturtup sadece fotoğraf çektim.
Nara eski moda japon dekoru aşeren herkes için yerinde bir seçim. Yeşil, oksijen, doğa, geyik, antilop ne ararsanız. Çimleri de güzel, bahçeler havadar ama aile çay bahçesi ya da mangal alanı oluşturulmaması popülaritesine biraz gölge düşürse de tüm güne yayarak gezilebilecek kadar çok teşhir edilesi otantik mekanı var. Yalnız bir süre sonra kültürel patlama yaşayarak bir tane daha kiraz ağacı, torii, sivri çatı, hasır perde görürsem sigortam atacak dedirtecek bir ruh haline sokabilir. O parktaki baltanın esprisini çözmeye başlayabilir insan sonlara doğru.

O günden sonra bir daha Japonya'da bisküvi yemedim, pirinç patlağına bile ihtiyatla yaklaştım, evde ortalıkta bırakılmış her türlü gıdayı tavşan yemi olabilir şüphesiyle önce Moriguchiler'in test etmesini bekledim. An itibariyle derinlerde bir yerde geyiğinin dibine vurduğum bu geyik muhabbetini blogumda ifşa etmenin 'müstakbel pişmanlığıyla' boğuşuyorum.
Osaka Kalesi yazısında görüşmek üzere: Jaa mata!!
*Resimler: discover-indo. tierranet.com, akanow.com, asianpics.wordpress.com, portal.unesco.org, travelpod.com, 123rf.com, commons.wikimedia.org,daviding.com, markb-photo.que.jp,bestourism.com

Yorumlar

  1. Bu hayvanlar boyle geziyor ortalikta ve kimsede avlamiyor oyle mi?

    YanıtlaSil
  2. Sezonu değildi herhalde hocam.. Bir de bence hayvanları hipnoz ettiler ki onlar kendilerini kaniş köpeği falan sanıyor.

    YanıtlaSil
  3. Ailecek tiryakisi olduğumuz bu geyiği paylaştığın için seni içtenlikle kutluyorum çekirge...Momocan ve tapınak şeftalilerini de bekliyoruz...Bu arada yurt içi gezilerini ne zaman anlatacaksınız.?"Çemişgezek" muhabbeti gibi olmasın da...Bekliyoruz.Takipçiniziz...

    YanıtlaSil
  4. Öncelikle annecim sloganımız 'ailecek beğenerek izliyoruz'. Yurt içi gezilerinden yakınlardaki Karadeniz'le idare etmenizi rica ediyorum zira bunca hengamenin arasında Ankara'yı gezip bir de üstüne yazı yazacak kadar özgür değilim :D

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

İki çift lafım var:

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uluslararası Öğrenci Kartı Hezeyanı (ISIC Card)

Japonya 07: Kimono, Takogawa ve isimsiz Japon dizisi