Balkanlar 101

Zagreb Taksimi- Jelalica Meydanı
Gönderdiği soğuk hava kütleleri nedeniyle doğalgaza yüklendiğim, yüzeysel genel kültür tezahürü olarak yükseköğrenime dek Tito, Yugoslavya ve Bosna Katliamı gibi belli başlı anahtar sözcükler dışında fazla aklımı kurcalamayan bir coğrafya idi Balkanlar. Uluslar arası örgütler dersinde,  bu nadide kurumların tarihe geçmiş fiyaskoları literatürü çerçevesinde öğrenmiştim bölgeye ve insanına reva görüleni, iki asır değil sadece 20 sene önce gerçekleşmiş, Sevdalinka’yı  ‘gözünüze bir şey kaçmadan’ okuyamayacağınız hale getiren insanlık suçlarını... Hırvatistan ve Karadağ belki, ama Bosna’ya biraz da bu yüzden asla turistik belde gözüyle bakamadım…
Şimdiki aklım olsa ilk ziyaret edeceğim topraklarken, bu yaza dek Schengen’in solmayan gülleri diye tanımlayabileceğim bazı Avrupa ülkelerini kapsayan birkaç yıllık seyahat tecrübemden sonra ancak tanışmamız kısmet oldu.

Giderken Balkan turu diye yuvarladığım, döndükten sonra daha çok “post-Yugoslavya turuymuş”  dediğim yolculuğum, malum uçan at logolu havayolu şirketinin Sarajevo’ya kampanyalı bilet arz etmesiyle başladı. Gidiş dönüş makul bir fiyata Sabiha Gökçen-Sarajevo bileti bulduktan ve gerekli Ar&Geyi tamamladıktan sonra önümde 5 şehir ve üç ülke tavaf etmemi öngören bir rota oluştu. Rotam Bosna Hersek’te Sarajevo  (indiğim gün) ve Mostar (İstanbul’a döneceğim günden önce), Hırvatistan’da Zagreb ve Dubrovnik, Karadağ’da ise Kotor’u kapsıyordu.
Başçarşının Çeşmesi
Şehirler/ülkeler arası yolculukları otobüsle yaptım. Şu anki aklımla nacizane önerim, yolculuğu, araştırma safhasında yanına yaklaşılır bir fiyata bulamadığım İstanbul-Zagreb ve Zagreb-Dubrovnik uçak biletlerini ayırtarak başlatmanız olur.
 Zagreb'ten Dubrovnik'e otobüsle ulaşmak yaklaşık 11 saatime mal olup,yolculuktan ziyade el ve ayaklarımın ramazan pidesi gibi şiştiği, bilimum yabancı turistin gecenin bir köründe çığırarak otobüs içinde iletişim kurduğu ve tam dalacağım anda - onlara değil uykuya neyse ki- pasaport kontrolüne girilen, insanın elinde meşaleyle cinnete koşabileceği bir manevi işkence sürecine tekabül ediyor. Ancak yollar bana çok şey öğretti, Hırvat gümrük memurlarının suyuna gitmeyi ve yeşil pasaportla kurumsal olarak her seferinde yeniden tanışmalarını sağladım.
Dubrovnik surlarından Old town manzarası ve bendeniz.
Bilimum Hırvata, ülke sınırları içinde hasta olunan Türk dizilerinin son bölümünden ağızlarına bir parmak spoiler çalmayı (hürremi oynayan hatun kaçtı gitti vb), otobüsteki 72 milletten insanla naber napıyonla başlayıp, 'true blood çok bozdu'yla devam eden, ulusal dogmaların otobüsün üst tarafındaki raflara kalktığı rahat bir ortamda geyik çevirmeyi öğrendim. Havaalanından daha samimi bir ortam yakalnıyor otobüslerde. Hiç çekemem derseniz başımla beraber. Eve dönene dek ben de o kulvarda saymıştım kendimi. 
Yemekler, Bosna'da börek ve köfte başlığı altında, sadece kokusundan doyacağınız ve tadı damağınızda kalacak gastronomik bir açılım olacak diyebilirim, öyle oldu benim için. Hırvatistan'a geçince, tempo bir tık düşecektir. Evet, İtalyan etkisi var ve bu mutfağa dair sempati duyduğunuz herşeyi bulabilirsiniz. Hırvatistan'a Özgün olarak sadece struckli diye bir tatlılarına rastladım. Neyse, deniz ürünlerinde karar kılmanızı tavsiye ederim, zira kırmızı ve beyaz et konusunda iyi şanslar dilediğimi belirtmek istiyorum. Bir terslik vardı etlerde.Anlayamadım. Dubrovnikteki son akşamımda ızgara balık denemiştim. Fena değildi. Yalnız deniz ürünleri salatasına acilen el atmaları lazım, resmen çiğ getiriyorlar... Garsonlarla yok yere papaz olmamın da sebebini oluşturuyor bu durum. Ama bu konuya Dubrovnik yazısında ayrıntılı olarak yer vereceğimden şimdilik es geçiyorum.
 Kotor'a hiç girmiyorum, Allah'a emanetti bu konuda. 2 gün boyunca hostelin dibindeki marketten beslendim, mideme kıyabildiğim zamanlarda da pizzacılardan.
Hırvatistan'da Karlovacko ve Ozujsko adlı iki yerli bira bulabilirsiniz. İkisi de güzel, beğenmeseniz de en azından soğuk ve kesinlikle sularından daha lezzetli.Karlovacko bana çok az Efes'i hatırlattı. Karadağ'ın da kısaca Nik diye çağırılan birası Niksicko'nun da meyveli versiyonları sevilesi. Somersby'nin her çeşidini de bulmanız mümkün marketlerde.

Hırvatistan'da çoğu insan İngilizce biliyor ve en 'az biliyorum' diyen bile bal gibi akıcı adres tarif ediyor. (Benim denk geldiklerimde bu yüzde %95 idi, huysuz teyzeyi saymazsak) Bosna'da İngilizce başçarşı civarında idare eder, aralara daldıkça azar azar gençlere devrediyor yerini. Beni ağırlayan arkadaş ve ailesinin de İngilizcesi çok iyiydi, o nedenle çok sorun yaşamadım.
Mostar Köprüsü
Son olarak, ziyaret ettiğim 3 ülke de farklı para biriminde. Bosna KM, Hırvatistan Kuna, Karadağ ise Euro kullanıyor. Hırvatlar euroya alerjik, Bosnalılar daha uyumlu ama sistem tam oturmamış kağıt euro kabul edip bozuk almamaları ve para üstünü KM cininden vermeleri gibi saç baş yolduran uygulamaları var. Karadağ da garip bir şekilde birliğe falan üye olamadan para birimini kucaklamış ki kendisinin euro örneği ilginç gelmişti bu bağlamda. Zagreb ve Bosna bence makul fiyatlarda. Rotamın en cep yakan etabını ise Dubrovnik oluşturdu, öyle ki, Old Town'ın dışında kalan bir muhitte konaklamak için aynı fiyata Zagreb'te 2 gün daha kalabileceğim bir meblağı gözden çıkardım.
Genel hatları önünüze sürdükten sonra, tefrikalar halinde azar azar başlıyorum 10 günlük maratonumu anlatmaya... İlk durak Saraybosna, onu Zagreb, Dubrovnik, Kotor ve sonrasında Mostar izliyor. Yeniden Saraybosna'ya gelip uçağa atlayıp beni sıcak bir karşılamayla bekleyen iki finalime yetiştiğim koca bir yuvarlak çizmişim. 
Kotor Surlarının Tepesinden...
Yolculuk bir kaç yorucu pürüze rağmen inanılmaz zevkli, her anı dolu dolu ( yorucu pürüzlere geri dönüş yaparsak), kendime  ve sevdiklerime yığınla hatıra biriktirdiğim verimli bir seyahat oldu. Başta manevi e finansal ortaklarım anne babama, istihbatarını esirgemeyen sevgili İlker Abi'ye, beni tüm gün ağırlayan Djemal ve ailesine, ben uzaklardayken bana anayurttan haber gönderen ve teknolojiden kaynaklı iletişim krizimde bana yardım eli uzatan herkese teşekkür ediyorum. Sarı antenli telekomünikasyon firmasına olan derin duygularımı ve zekadan yoksun yurtdışı tarifeleri konusunda sanal ortamda karalayıcı ifadeler kullanmaktan kaçındığım için, ileriki tefrikalarda duygularımı daha derin paylaşmayı umuyorum.
Hatta kalın....

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uluslararası Öğrenci Kartı Hezeyanı (ISIC Card)

Japonya 07: Kimono, Takogawa ve isimsiz Japon dizisi