Episode 2: Konstanz, Bir Orta Avrupa beldesi...

Zürih-Konstanz trenindeyim. Kafamı çevirmemle japon kondüktör amcayla yüzyüze geliyorum...Adamcağızın yüzüne nur inmiş,sevimlilik akıyor. Almanca ,muhtemelen biletimi soruyor,ki cebimden çantama koyduğumu unutarak önce bi sağımı solumu yokluyorum, hala bakınca da 'shitsurei, chotto matte kudasai' diyorum. Adamcağız anadilini konuşabilmemin trene biletsiz binmek gibi bir promosyonu olmayacağını kibar bir formatta ifade etmeye hazırlanırken çantamdan bileti çıkarıveriyorum. Karşılıklı dert anlatabilmiş olmanın rahatlığıyla, kondüktör amca diğer vagonlara yollanıyor..Yolculuk da kısa sürecek, uyusan uyunmaz, tam sızarken çat geliveririm Konstanz'a diye, not defterimi açıp Zürih ayrıntılarını not etmeye başlıyorum. Avrupa birliğinin de gözünü seviyim, sınırlar kalktı ya, sözde İsviçre'den Almanya'ya geçiyorum ama yolda bi meyveli kek bile vermiyorlar.Sözde demiryolu gelişmişliğin göstergesi.

Konstanz sevimli bir belde.Bir adet kallavi kilisesi var, mübarek silent hilldeki sahnelerini hatırlatıyor insana. Binalar eski...Hiç son 50 yılda yapılıp da insanın gözünü ekşiten betonarmelere denk gelmedim. Sokaklar arnavut kaldırımı. O sıra ciddi anlamda indirim sezonu, haliyle mağazalar kapış kapış. Çok otantik bir havası var, tam bir Orta Avrupa ama Almanyadan ziyade Fransız havası var. Bir de yağmur başlıyor,tam film sahnesi. Sokak lambalarından birine koala gibi yapışıp, i'm singginggg in the raaaiiinn' diye şakıyan tipler geliyor insanın aklına.
Müberra'nın ikamet ettiği yurda geliyoruz. Kendi halinde bir öğrenci konutu.Oda arkadaşı da bir Faslı.Yurdun değişik bir mimarisi var, koridor gereksizcesine geniş.Yurttan çok kliniğe benziyor.Herneyse deyip eşyaları odaya tepiştirerek dışarı çıkıyoruz. Konstanz'da akşamın Konstanz'da gündüzden tek farkı sanırım aydınlatma. Büyük bir alışveriş merkezine girip restoran&bar kıvamında bir mekana oturuyoruz.Garson sıfatındaki Alman Behlül menüleri 15 dakikada muhtemelen Konstanz'ın öbür ucundaki matbaadan bastırıp getirmiş olacak ki geçe kalmadan ,uzaklaşmasına fırsat tanımayıp siparişlerimizle yolcu ediyoruz kendisini.
Etrafı incelemeye başlıyorum. Pub havası var gibi ama ışıklandırma pavyonu hatırlatıyor. O kadar loş ki,yemek yiyenler el yordamıyla önlerindeki tabağa rastgele çatal bıçak sallıyorlar. Fonda mırıl bir müzik, gömüldüğüm koltukta sızıp kalacağım sanıyorum. İçeceklerimiz geliyor, arkadaş 6 aydır Almanya'da kaldığından bilmesi gereken anabaşlıkları paylaşıyorum kendisiyle vs. O mekandan çıktığımızda korku filmlerini hatırlatan kapanmış bir alışveriş merkezinin ortasında buluyoruz kendimizi.İnsan ister istemez garipsiyor, kafeden çıktığımda cepayı üstüme kapatıp gitmiş olsalar nası birşey olur gibisinden.Kapıyı kitlememişler sağolsunlar da, bilsek fenerle gelirdik.

Ertesi gün, Konstanz'ın indirim sezonunun inceliklerinden yararlanıp birsürü ıvır zıvırla, sanki uçağa binerken aldığımız tüm o zımbırtıları yiyerek bagaj limitini aşmaktan yırtacakmışız gibi, odaya dönüyoruz ve Meesburg'a (bir nevi minyatür Karşıyaka) içindeki değirmenli kaleyi (!) ve yokuş sokaklarını görmek adına yola çıkıyoruz. Meesburg emekli olup yerleşilebilecek sakinlikte bir yer.Denize sıfır bir restoranı ve geniş bir dans pisti var.Amcamla teyzem tango yapıyor.Aynı pistte bir başka teyzem de bizim göremediğimiz partneriyle dans ediyor.


Kaleye çıkmaya çalışıyoruz ama sokaklar nasıl dik. Böyle daracık daracık.Bir grup da aynı yoldan inmeye çalışıyor.Koridorda birbirinin üstüne yürüyen öğrenci grupları gibiyiz. Biraz soluklanmak amacıyla hediyelik eşya dükkanını basıp kartpostal, anahtarlık muhabbetine giriyorum. Sonrası gene kale yolları. Sonunda böyle köy meydanımsı bir açıklığa geliyoruz ki sokak gösterisi var. Kalenin içini defalarca ziyaret eden Müberra girmemizin bi yararı olmayacağını söylediğinden, yakınlarda bir kaç tur daha atıp aşağı iniyoruz. Banklardan birine kurulduğumuzda, Meesburg'un başına gelen ilginç hadiselerden birinin belediyenin tuttuğu heykeltraşların sanatsal yorumları olduğunu anlıyorum, çünkü direğin üzerine işlenmiş heykellere anlam veremiyorum.

Meesburg'dan Konstanz' a dönünce, İtalyan dondurmacısından nevaleleri alıp gene gölkenarına biryere tünüyoruz ki bu sefer  manidar bir heykelle karşılaşıyorum.Bir nevi limana gelmişiz. Balık etli bir hatunun heykeli, elleri yukarı doğru, birinde kral diğerinde papaz oturuyor. Heykel hatun da semazen gibi dönüyor zaten.

O gün , yol arkadaşımın da Konstanz'da son günü. Haliyle akşama bir  yerlere gidelim diyoruz.İlly adında bir italyan kafesine gidiyoruz ki masalar acayip geniş, yaz günü çakma şömine yakmışlar.Fazla geniş ve fazla yüksek. Üst kata merdivenler var, aynı zamanda oturulacak yer olarak kullanılıyor ki minder döşemişler.Böyle kafe değil sanki inönü stadı...Kahve ve Avusturya usulü pasta deniyoruz ( özellikle tavsiye edileninden) ve ertesi gün 6 da kalkacağımız gerçeğine alışmaya çalışarak erkenden uyumak için yurda dönüyoruz...Ertesi sabah Müberra'nın arkadaşının evine kahvaltıya gideceğiz, hemen yarım saat sonra Zürih trenine bineceğiz. Zürih'e vardıktan 2 saat sonra da Milan treni var...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uluslararası Öğrenci Kartı Hezeyanı (ISIC Card)

Japonya 07: Kimono, Takogawa ve isimsiz Japon dizisi