Episode 1 : Ich liebte Zürich,und sie?

2010'un civcivli aylarından Temmuz'da, uzuuun ve meşgul bir gezi programının 'birinci round'u için Zürih havaalanına adım atmış bulunmaktayım.Uçaktan bakarken çocukluktan kalma bir alışkanlıkla mor bir inek aradı gözüm,zira nafile; her taraf son derece yeşil ve gereğinden fazla huzur verici bir pastorallik hakim kuşbakışı.
Gümrükteki barbie İsviçreye sebebi ziyareti sorduğunda 'i am turko teroristo' diyip lilililili diye zılgıt çekmek geldiyse de içimden, bir trt spikeri edasıyla turistik emellerimden bahsettim kendisine...Ufak tempolu bir yürüyüşle bandın üzerinde atlıkarıncaya binmişçesine dönüp duran ,3 saat ayrılığına dayanamadığım bagajıma kavuşup tin tin çıkışa yöneldim.Minyon bir eşşeğin ölüsü sıfatındaki kamp çantam, yanında kalacağım 'annemin arkadaşları'için elime tutuşturulan bi paket baklava (misafirliğe eli boş 'gözü' yaş gitmemek), vücudumun farklı noktalarından fırlamış gibi görünen çantalarım ve ben, Zürih'le bir öğle sonrası böyle tanıştık.

Havaalanından HauptBahnhof'a (merkez istasyon) giden trenden inince, Zürih'in en şık kapalı mekanlarından birine giriş yapmış bulunmaktaydım. Dandiğinden high-tech ine dek her cins trenin vızır vızır gir-çık yaptığı, oldukça geniş bir iç avluya sahip, eski ama köhne olmayanından bir mekandı Hauptbahnhof ya da basitçe 'Zürih garı'.  

Mekandan çıkıp dünyanın en pahalı 3. caddesi (belediyeler ne zamandır caddeleri satılığa çıkardılar diye kafa yorarken) olduğu kulağıma çalınan Bahnhof Strasse'ye ulaştım ki,caddenin iki yanında inci gibi dizilmiş, her telden çalan, çoğunluğunun adını genel kültür niyetine bile hafızamda barındırmadığım astronomik etiketli giyim mağazalarının sıklığını fark edince kafamda az çok bir fotoğraf netleşti. Ondan ziyade, caddenin şekli şemali tramvayla bir araya gelince Zurih'i nereye benzettiğimi de çıkartıverdim: Eskişehir. Ertesi gün ziyaret ettiğim büyükçe alışveriş merkezinin Eskişehirde gezdiğimin az daha irisi fakat aynısı olduğunu da fark edecektim.

Tramvaydaki 15 dakikalık yolculuk sırasında, insanların sakinliği, düzenli yollar ve sokakları, gölkenarı gibi manzaralardan başlayıp henüz bir çitimini anca gördüğüm Orta Avrupa üzerine prematüre teşhislere dalmıştım. Avrupa birliğine dahil olmayan, her türlü siyasi bloklaşmayı yan cebini olaya karıştırmadan reddeden İsviçre'de, diplomatik olarak bu kadar etliye sütlüye karışmayan bir ceddin evlatları olmaları, aynı apolitik tavrı kendilerini yönetirken nasıl körler sağırlar birbirini ağırlar kıvamına getirmeden sürdürüyorlar diye akademik açılımlara bile girmiştim ki tez yazmaya kalmadan yolculuğum sona erdi ve Wollishofen denilen göl kıyısında sakince bir muhitte iniverdim.

Önümüzdeki 3 gün için barınacağım konuta geldiğimde,15 yıldır İsviçre'de yaşayan ve o ana dek yalnızca ismen bildiğim ,birbirinden renkli 3 kişilik ekürimle tanıştım. Gelsin yemekler, gitsin tatlılar, İzmirden ve bizimkilerden haberlerle akşam saatleri geçtikten sonra, ilerleyen saatlerde Rotefabrik denilen (kırmızı fabrika demekmiş) bar&cafe ayarında bir  mekana gittim. Burası genç kategorisine dahil orta ve geç ergenlerin her türlü nevaleyi özgürce kullandığı, haftada bir kaç gün projeksiyon kurulup film izlenen, göle sıfır bir mekandı. Işıklandırmanın abartılmamış olması, göl manzarasına ayrı bir jest niteliğindeydi. Ortama 'bir yaz gecesi rüyası' havası hakimdi.

Ertesi sabah İsviçrelilerin beslenme şekliyle ilgili ilk dersimi aldım.Kahvaltıda şeker severler.Kahve-kruvasan -reçel üçlüsünü sabahın erken saatlerinde mideye indirme fikri midemi gıdıklasa da denemeye değer dedim ve bu şeker dopingine razı oldum.Kahvaltı sonrasında, tüm gün geçerli bir tramvay biletiyle, Zurih in merkezine yollandım ve sokak aralarını gezmeye başladım. Fraumünster,Grossmünster gibi sivrimsi yapıları fotoğrafladıktan sonra (bu dediklerim kiliseler), Bahnhof Strasse denen ana caddeye dönerek turlamaya başladım.Görünüşe göre ,toplam nüfusu 6 milyon olan bir ülkeden bahsediyorsam, o gün Zürih kalabalıktı. Caddede gözüme çarpan ilk şey, süpermarketten taşmış manav oldu. Karpuzların nedense nefti yeşili yağlı boyaya batırılmış gibi göründüğünü, ve bilimum meyvenin gereksizce pahalı satıldığını gördüm ve biraz da iki teker üzerinde tespit yapayım diyerek 'Velo' (bisiklet) kiralamak üzere istasyona doğru yöneldim.

Bisiklet kiralamaktan kasıt, belli bir saatliğine alıkoyacağım bisiklet için kapora ve kimlik bırakmaktan ibaretti.Yani tek parça dönen bisikletle geri geldiğim sürece bedavaydı.Bisiklet hırsızlığının İsviçre'de suç olmaktan çıktığını, zaten kimsenin kimseye gasp anlamında ilişmediğini de bu esnada öğrenmiş oldum.E güzelmiş diyerek, seleye tüneyip Zürih Gölünün etrafından, biraz Zürih dışında kalan Küsnacht'a doğru pedal çevirmeye başladım.Gerçek bir trafikte sürücü olmak pek alışkın olduğum bir durum değildi ancak İsviçre'nin bisiklet sürücülerine cömertçe tanıdığı şeritle tanışınca rahat bir yolculuk geçireceğime ikna oldum ki, aynısını Eskişehir yolunda yapsam dakikada ortalama kaç korna, sözlü ihtar ve pestile dönüşme tehlikesiyle karşılaşırdım diye düşünmeden edemedim.
Küsnacht, İsviçre'nin kaymak tabakasının ikamet ettiği yazlık bir mekandı.'Burada oturanların hiçbir maddi derdi yoktur, sadece temel haklarla ilgili yasalara kafayı takmışlardır, onlarla uğraşırlar' şeklinde bilgilendirildikten sonra Küsnatcht'ın böyle aile çay bahçesinin self-servisi iyice geliştirmiş versiyonuna kuruldum ve öneri üzerine 'rivella' adında, tadı şampanyayla niğde gazozu arasında gelip giden bir içecek denedim. Zürih'te hiç aşırı lüks, içeceğim bir fincan kahveye dünyanın parasını bayılacağım cinsten mekanlara denk gelmedim nedense. Büyük alışveriş merkezleri dışında,bulunduğum restoran ve kafeler hep İstanbul'da sahile sıralanmış mekanları hatırlattı.
 

Zürih'te insanların iş çıkışı resmi kostümlerinden kurtularak iç çamaşırlarıyla gölde yüzdüğünü de burada öğrenmiş oldum. Belki yaklaşık 30 dakika önce rapor yazan adam, şu anda boxerlarıyla denize girmekte, hatta kulaç atmaktaydı. Bunu okula döndüğümde ders çıkışı süs havuzuna atlasam nasıl bir arınma gerçekleştiririm diye deneysel argümanlara çevirmişken,artık dönelim diyip bisiklete atlayarak 30 dakikalık bir pedal faslından sonra bisiklet istasyonuna 'teslim oldum'.
Zürih'te 2. günüm.Bu sefer tepelerde gezineceğim.Sabahın erken saatlerinde Zürihin kuzeyindeki 'Höng' ( bu benim ani ünlemlerimden değil, tepenin adı) denen yere gidiyoruz. Höng flamanca küfür falan heralde diyorum içimden,gözümün önüne eciş bücüş goblinler,iskandinav efsanelerindeki yaratıklar geliyor ama varınca fark ediyorum ki ismine göre fazla nezih bir mekan. Manzarası çok güzel. Daha da güzeli hatıra olarak eşantiyon kartpostalları var.

Hönk'ten ayrılıp, Nishi adında (japonca kuzey demek) bir Japon ( ne tesadüf) dükkanına uğruyoruz. Raflarda çeşit çeşit videolar var - ki dükkan sahibi bayanın kapağını değiştirdiği hentailer olabilir gibisinden fesatça şeyler de geçirdim aklımdan , 100 m2 alana sıkıştırılmış bir Japonya'da ne bulacağınız umuyorsanız onlardan bolca mevcut. Bir Nippon-Swisse hatırası olan ve İzmirdeki evimde sakladığım 'daruma'yı da oradan alıyorum. (Daruma, dilek dileyip tek gözü boyanan, dilek gerçek olursa diğer gözün de boyanıp denize atıldığı küçük suratlı bir oyuncak).


Zurih merkeze dönüp, bu sefer de tepelere çıkmak üzere Einstein 'ın okulu ETH'a,  Zurih Üniversitesi'ne, Lenin'in takıldığı kafe olarak bilinen mekana hızlı bir tur düzenledikten sonra, telefon kulübesinin az semirmiş versiyonu polibahn adlı teleferiğe binerek yokuş tırmanmaktan kurtuluyoruz.Çıktığımız yer Çamlıca'nın camileri değil kiliseleri gören versiyonu.Fraumünster ve Grossmünster gibi yeşil 'minareli' yapılara girip çıkıp,Zürih'in ara sokaklarında 72 milletten lokanta keşfedip, 'miki' mouse sineması önünde poz verip ( ki arkamdaki afiş de çıkmış resimde), Chagal'ın vitraylarını görüp, bir grup İngiliz turistin ricasıyla fotoğraflarını çektim.
Zürih'te zaman sandığımdan daha hızlı geçiyor ve ertesi gün Konstanz trenine bineceğimi hatırlıyorum. Beni misafir eden teyzem ve ailesiyle vedalaşarak güzel anılarla İsviçre'den Almanya'ya yolculuğun ikinci durağı başlıyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Japonya 07: Kimono, Takogawa ve isimsiz Japon dizisi

Uluslararası Öğrenci Kartı Hezeyanı (ISIC Card)

Minyon Güneydoğu Anadolu Turu Gaziantep