Atletik bir Ankara Müze Turu

Herkese merhaba!
Ankara'da bir totemim vardı. Tezimi tamamladığımda, senelerdir gitmediğim ya da bölük pörçük gezdiğim tüm müzeleri akşama kadar gezeceğim demiştim. Bu kutsal misyonun ardından güzel ama cavcav sıcak olacağını belli eden bir Mayıs sabahı, bir Müzekart, bir çanta, bir ben yollara vurduk. Şöyle bir güzergah ortaya çıktı;
1.CerModern
2. Resim Heykel Müzesi
3. Etnografya Müzesi (Müzekart)
4. Çengelhan Rahmi Koç Müzesi
5. Erimtan Arkeoloji Müzesi
6. Anadolu Medeniyetleri Müzesi (Müzekart)
7. Ulus PTT Pul Müzesi
8. Ziraat Bankası Müzesi
9.Kurtuluş Savaşı Müzesi
10. 2. TBMM (Cumhuriyet) Müzesi
11. TCDD Müzesi -Gar

Listelediğim müzelerin hepsini ziyaret edip saate baktığımda, Ankara'nın tarihi semtlerini boydan boya yararak, herhangi bir oturmalı etmeli mola vermeksizin 4 saat devirmiştim. Tüm rotayı yürüyerek, klimalı müze molalarıyla tamamladım.

Güzergahın yokuş çıkılmayan bir sürümü yok, ancak varış noktasını değiştirmemekle birlikte, özellikle Ankara Kalesi civarındaki müzelere çıkan dolambaçlı yolları (özellikle fiziksel kondisyon açısından heterojen bir grupla geziyorsanız) daha kısa sürede ulaştıran dik yokuşa tercih edebilirsiniz. .Yokuş çıkmakla ilgili farklı fiziki ve manevi sorunları olan müzeseverlerin araç seçeneğini değerlendirmesi gerekebilir.

Sıhhiye'den başladığım bu kültür sanat turunun ilk durağı için CerModern'e Adliye'nin ıssız tarafından yürümeye başladım. CerModern aslında bir müze değil, Ankara'da akla ilk gelen sanat galerisi -adı yakın zamanda talihsiz bir olayla da anıldı. Rus büyükelçi, burada katıldığı bir etkinlikte kendi koruması görünümündeki bir adamın silahlı saldırısına uğradı ve hayatını kaybetti-  ve Ankara Adliyesi'nin arkasına doğru 10 dakikalık bir yürüyüşten sonra, yanlış mı geldim diye düşünürken bir anda karşınıza çıkıyor. Bu zorunlu yürüyüşü, Sıhhiye tarafından geliyorsanız, düpedüz ıssız bir yolun kenarında yapmanız gerekiyor. O nedenle daha tekin bulabileceğiniz, Tren Garı'nın stada bakan girişinden dümdüz Opera'ya yürüyerek ve Selim Sırrı Tarcan Spor Salonu'ndan önce sağa saparak ulaşabilirsiniz. Bu sürümde butik bir müze olan TCDD Müzesi'ni (eski gar binasında) ilk sıraya alabilirsiniz.

CerModern
CerModern'in girişinde, Zagreb'teki Yaşamın Kaynağı Çeşmesi/Heykeli'ni hatırlatan çok güzel bir heykelli havuz var. İlgimi çeken ikinci şey açık havada gerçek raylar üzerinde konuşlanmış mavi-beyaz vagon. Esprili bir havası var ve hızını alamayıp müzeden fırlamış gibi görünüyor.Yalnızca 20 dakika sonra içerideki fotoğraf sergisini gezerken cam zeminin altında görüyorum ki, raylar sergi salonunun altından devam ediyor.

Tek katlı, eski fabrika binalarını andıran (muhtemelen öyleydi) müze kısmına girdiğimde, CerModern'i dizilerdeki 'bohem' işyerlerine benzettim. Taş binaya girer girmez solumda üç metal heykel karşılıyor beni. Gişeden bilet alıp (öğrenci 10 TL idi sanırım) Bedri Rahmi 'Sevmek Güzel Meslek' sergisiyle başlıyorum. Şiirleri, resimleri ve kişisel eşyalarını (daktilosu, resim malzemeleri ve Aşık Veysel'in kendisine yazdığı mektup sergileniyor) birleştiren hem dijital hem eski usül bir sergi ve sergi alanı çok iyi kullanılmış. Hayatıyla ilgili soru işaretine yer bırakmayacak kadar çok eşya ve eser var. Sergide hiçbir yerde adı geçmemesine rağmen, 'sevmek güzel meslek' sergisinin  kendisini okutan, emek veren eşine değil, ek iş niteliğinde sevgilisine yazdığını anımsamak oldukça ironik.

CerModern'deki diğer sergi İstanbul Fotoğraf Ödülleri'ne ait. Altından ray geçen salonda bulunan sergi, yüksek çözünürlükte, sanki bir camın ardından bakıyorsunuz hissi yaratan birbirinden güzel fotoğraflarla dolu. Göçmenler, doğa, spor gibi konu başlıkları var. Flaşsız fotoğraf çekebiliyorsunuz.

Bu iki sergiden sonra CerModern'den ayrılıp, Opera'ya giden caddeyi takip ederek kısa bir yürüyüşle Resim Heykel Müzesi ve Etnografya Müzesi'ne varmam uzun sürmedi. Benim yürüdüğüm yoldan gelirseniz, hastanelere varmadan önce hemen sağ tarafta kalıyor. Resim Heykel Müzesi, bir suluboya tablosundan esinlenerek, Atatürk'ün isteği üzerine Arif Hikmet Koyunoğlu tarafından inşa edilmiş. İlk olarak Türkocağı binası olarak hizmet vermiş, 1979 yılında ise Resim Heykel Müzesi'ne dönüştürülmüş ve bugün 3000 eserlik koleksiyonunu elde edene kadar ciddi sıkıntılar çekmiş. Binanın çok güzel bir havası var, İzmir Kız Lisesi'nin tarihi binasını hatırlattı bana.
Resim Heykel Müzesi

Müzeye giriş ücretsiz. Güvenlik değerli eşyalarınızı dolaplara koymanız için sizi yönlendiriyor. Mimarisi gereği, tekdüze ve eserlerin her bölümde aynı şekilde sergilendiği bir müze değil. Zaman zaman merdiven inerek ve çıkarak, salondan salona geçerek, bazen de resimlerle dolu koridorlardan ilerleyerek müzeyi geziyorsunuz. Müze turu bittiğinde ise resimler sizi binanın öbür ucuna atmış oluyor. Turun bittiği noktada,  dışarıdaki Ankara'yı daha önce hiç görmediğim bir açıdan alan, Adam Ailesi usülünde döşenmiş bir salon bulunuyor. İzmir'deki Atatürk Evi'ne benzer güzel merdivenleri var.
Etnografya Müzesi
Resim Heykel Müzesi'nin hemen yanında, ortasında Atatürk'ün naaşının Anıtkabir tamamlanana dek kaldığı Etnografya Müzesi var. Giriş Müzekart'la ücretsiz. Burada da çantanızı bırakmanızı istiyorlar. Resim Heykel'e göre daha kısa süren bu turda ise son derece janti vitrinlerde Osmanlı ev yaşantısından kültürel kesitler, sünnet odasıydı loğuşa şerbeti takımıydı derken konu iktisata giriyor ve Kaptan Amerika'nın çözdürüldüğü zaman kendini bulduğu stüdyo odanın benzerinde mahalle zanaatkarlarını ve Türk el sanatlarını izlemeye başlıyorsunuz. Turun sonunda ise hafiften ürkütücü bulduğum işlemeli ahşap kapılar, bir adet kabir olmadığını düşünmek istediğim yapı ve camilerde imamın çıktığı merdivenli olaya ayrılmış bir salon var. Müze tek kattan oluşyyor ve hangi kanattan başlamış olursanız olun eskiden Atatürk'ün naaşının olduğu orta bölüme çıkıyorsunuz.

Etnografya'nın ardından Altındağ Belediyesi'ne yürüyüp, bilimum Ankara görselinde Kale fonuna ziftlenen 'Çıkrıkçılar Yokuşu'nu tırmanmaya başlıyorum. Eğer yokuş çıkmak istemiyorsanız, belediyenin oradan taksiye binin. Burası kaleye daha kısa sürede sizi ulaştıracak, iki yani hediyelik eşya dükkanı dolu gerçekten dik bir yokuş ve araç yolu olmamasına rağmen beş şeritli otobandaymış rahatlığıyla manevra yapan arabalara henüz kapatılmamış. Tekerlekli sandalye ya da bebek arabasıyla çıkmak için fazla engebeli ve dik olduğunu eklemeliyim.
Çıkrıkçılar Yokuşu
Ankara Kalesi'nin girişinin olduğu düzlüğe ulaşınca solda kalan Çengelhan Rahmi Koç Müzesi'nden kaptırıyorum. Çengelhan çok güzel bir bina. İki katı da küçük ve bitişik odalardan oluşuyor, büyük bir avlusu var ve zevkli bir şekilde döşenmiş. Bir müzede değil de bir koleksiyoncunun evinde sergilenenleri gezdiğinizi hissettiriyor. Müzenin iç avlusu Divan Pastanesi'ne ait. Müzede Rahmi Koç'un koleksiyonunda yer alan eski arabalar, tren maketleri, adını telafuz edemediğim makineler, denizcilik ekipmanı, aklınıza ne gelirse bir koleksiyonu var. Bunun yanı sıra tarım araç gereçlerine de rastlıyorsunuz. Müzede bazı bölümler ev gibi, bazıları da zanaat atölyesi şeklinde düzenlenmiş. Bu şekilde iki katı oda oda gezip turu bitirdiğinizde koca bir hana zor sığmış bu zengin koleksiyonu oluşturacak sabıra ve özene hayran kalıyorsunuz.
Çengelhan Rahmi Koç Müzesi

Çıkınca, Çengelhan'ın hemen ilerisindeki 2014 yılında açılan Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi'ni ziyaret ediyorum bu sefer. Müzekart'ınız varsa indirim yapılıyor ya da öğrenci biletiyle 5 TL karşılığında girebiliyorsunuz (özel müze). Yüksel Erimtan'ın kişisel arkeoloji koleksiyonunun sergilendiği müze, modern çizgilere sahip, loş bir ortamda çok başarılı şekilde aydınlatılmış arkeolojik kalıntılardan, antik sikkelerden ve ölen kişiyle birlikte gömülen zarif kişisel eşyalardan oluşuyor. Müzeye girdiğiniz asma kattan başlayıp, iyi korunmuş günlük eşyaları, takıları ve toprak kapları gördükten sonra, aşağı indiğinizde Antik Roma'da misafir ağırlama ritüeline ve günlük hayatı canlandıran bölümlere çıkıyorsunuz. Duvarlarda döneme ait alıntılara yer verilmiş. Müzenin kafesi bu katta bulunuyor ve özellikle bahçesi çok güzel. En alt katta ise daha güncel olmakla beraber, atölyelerde yapıldığını sandığım resim sergisi yer alıyor.
Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi

Erimtan Müzesi'nden çıkıp, aşağı doğru yalnızca 20 saniye yürüme mesafesindeki Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne giriyorum (Müzekart ile ücretsiz). Müzede, paleolitik çağdan günümüze Anadolu'da bulunan tüm arkeolojik kalıntılardan, sağa sola kaçırılmayanlar bulunuyor. Kurşunlu Han ve Bedesten adlı iki eski binadan oluşan müze 1997'de Avrupa'da yılın müzesi ödülü almış. Anadolu uygarlıklarına ait arkeolojik kalıntıların kronolojik olarak sergilendiği ana bina haricinde, yalnızca sikkelere ayrılmış, ayrı girişi olan bir bölümü daha var. Müzenin ana kısmı son derece havadar ve tarihi binanın ruhuna uygun şekilde düzenlenmiş. İçerinin hafiften Yerebatan Sarnıcı'nı andıran mistik bir havası var. Bahçesi ise resimdeki gibi şimdiye kadar gördüğüm en derli toplu ve bakımlı müze bahçesi diyebilirim.
Anadolu Medeniyetleri Müzesi
Anadolu Medeniyetleri'nden çıkınca, Ankara Kalesi'ne ulaşmak için tırmandığım yokuştan değil Ulus tarafına doğru neşeyle yürümeye başladım. Güzergahımın çileli ve acılı kısmının bittiği, bayır aşağı inişin başladığı yer burası. Yine çarşı olarak kullanılan ve arabalarla yayaların imtihanının sürdüğü bir yokuştan inerek Ulus'a, oradaki ara yollar kanalıyla Ulus Hali'ne, halin içinde geçerek de heykelin yanına indim. Bu civarda birbirine yakın mesafede dört farklı müze var. Önce Gençlik Parkı'nın karşısına düşen, ana caddedeki PTT Pul Müzesi ile başlıyorum.
Ulus
Pul Mizesi'ne giriş ücretsiz ve değerli eşyalarınızı yanınıza alıp çantanızı bırakmanızı istiyorlar. 3 katlı bir binanın tamamının pula ayrıldığını düşünmeyin. Zemin kat bir nebze haberleşme ve Ptt tarihine ayrılmış. Yukarı çıkmadan, neredeyse 100 yıl geriye giden dijital pul arşivine göz gezdirmeyi unutmayın. Çocukken pul biriktirmiş biri olarak beni çok heyecanlandırdı.
Pul Müzesi
Ancak heyecanım 2. ve 3. katlardaki düzenleme nedeniyle yerini sıkkınlığa bıraktı. Cam tabakalar halinde düzenlenen pul sergilerinin bir kısmı tamamlanmamıştı. Böyle bir iki sergi salonunu boş geçtim. Bir başka hobim olan kartpostallara ise çok az yer verilmesine açıkçası üzüldüm. İlk etapta sönük gelen bu sergi bölümleri, ilerleyince yerini kronolojik olarak ilerleyen pullara bıraktı. Diğer katta ise  pulları konulara göre ayrılmış buldum. Tüm pulların gerçeğini görebileceğiniz arşivleri de unutmamışlar.

Müzenin konsepti gereği boş alan fazla, odalar bir noktadan sonra birbirinin aynısı gibi geliyor. Pulların hikayesi dijital ekranlardan takip edilebiliyor, dünya tarihine paralel pulları takip etmek eğlenceliydi. Koridorda bir tanesine yanlışlıkla omuz attığım Spock'ın hologramı şeklinde eski postacı maketleri var.  Bununla da bitmiyor, müzenin güzel bir hediyelik eşya dükkanı ve 'oturmayın protokol' diye tabela asan, haftasonu brunchlarıyla ünlü bir cafe'si mevcut.
Pul Müzesi

Pul Müzesi'nden heykele geri yürürken yolun karşısında ise Ziraat Bankası'nın taş binası bulunuyor. Bu binanın en alt katında, ücretsiz ama yalnızca bir görevli eşliğinde gezebileceğiniz Ziraat Bankası Müzesi bulunmakta. Müze, ayrı bir bölümde değil, taş binadaki genel müdürlük ofislerinin ortasında yer alan şık bir salon aslında. Güzel tabloların duvarlarını süslediği müzede, bankacılıkta kullanılan eski makineler, yüzyıllık demir kasalar ve benim açımdan minnoş bir KPSS GK hatırası olan gerçek bir 'memleket sandığı' sergileniyor. Müzenin ortasındaki alan, 50'lerde soyguncunun masaya fırlayıp havaya ateş açtığı, maskeli soyguncuların onca rehineyi mutlaka sığdırabileceği genişlikte bir arka bölümü olan ve çevirmeli telefonun fidye pazarlığı için zırıl zırıl çaldığı filmlerdeki banka şubesi..

Ziraat Bankası Müzesi
Buradan sonra Ulus dahilinde yalnızca Kurtuluş Savaşı Müzesi ve TBMM Müzesi kalıyor. Kurtuluş Savaşı Müzesi'nin heykelin karşı köşesinde bulunan, ilk olarak İttihat ve Terakki binası olarak planlanmış ama yıllar içerisinde devamlı kiracı değiştirmiş binası, 1920-24 yılları arasında meclis olarak kullanılmış, 1981 yılında ise Kurtuluş Savaşı Müzesi adını almış. Mimarisi, o tarihlerden bugüne dek ayakta kalmış her bina gibi çok güzel. Buradan çıkıp Müzekart'ınızla bir de 1924-1960 arasında dek kullanılan, Ege Palas'ın karşısındaki Cumhuriyet Müzesi'ni, yani II. Meclis'i ziyaret ederseniz, Cumhuriyet Tarihi'nin ilk iki çeyreğini yerinde görmüş oluyorsunuz. II. Meclis de odalara bölünmüş şekilde resimler ve bilgilendirici yazılarla donatılmış.
II. TBMM Müzesi

CerModern'le başlayan uzun tur II.Meclis gezisi ile sona eriyor. Hızınızı alamadıysanız ve yolda hepsini gezeceğim derken benim gibi kendinizi aç bırakmadıysanız (ikinci seçeneği müzelerin kafelerinde ya da Kale'ye çıkarken gözünüze kestirdiğiniz köftecide ya da Kirit Cafe'de mantıyla eleyebilirsiniz), turunuza metroyla ya da II. Meclis'in olduğu caddeden hiç sapmadan aşağıya kaptırıp varacağınız eski gar binasını, buradaki ufak TCDD Gar Müzesi'ni, devamında ise yeni, devasa ve içi bile ölümüne esen YHT Gar'ını zorunlu olarak ziyaret edip Tandoğan'daki (yeni metro adıyla Anadolu Meydanı) Anıtkabir ile devam edebilirsiniz.
Tren Garı
Tandoğan'a 4 km mesafedeki Atatürk Orman Çiftliği'nin içinden ulaşılabilen, yeni cumhurbaşkanlığı yerleşkesinin yamacında kalan nostaljik Atatürk Evi'ni de gezintinize ekleyebilirsiniz.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uluslararası Öğrenci Kartı Hezeyanı (ISIC Card)

Japonya 07: Kimono, Takogawa ve isimsiz Japon dizisi