Tiflis/ Tblisi

Nerede kaldım?: Pushkin 10 Hostel
Tiflis yolculuğu, geçerli bir pasaportumun olmadığı dönemde 'pasaportsuz yurtdışı hayal değil' ütopyası tadında gerçekleşti. Yeşil pasaportum 25. doğumgünü hediyelerimi açarken iptal edilmişti, 4 yıldan uzun geçerli bir pasaport almak merkezi bir muhitte 2+1 daire kirasınaydı ve yenilgiymişcesine sürekli öteliyordum. Henüz vize çilesi çekmemiş, eski güzel günlerdeki bilet alıp uçağa binme, en fazla yeşil pasaportu ömrü hayatında ilk kez gören suratsız havaalanı memurlarına laf anlatma bölümündeydim.
Bu nedenle, şehir efsanesine dönen ve Sabiha Gökçen'in dış hatlarına dek emin olamadığım 'Gürcistan’a pasaportsuz seyahat başlamış' savını bir 'yetmez ama evet' iyimserliğiyle kucakladım. Gerçekten de kimliğim ve aşı kartından hallice, damgalanmış kağıtla Tiflis'e vardım. Dış hat ancak pasaportsuz seyahat olduğundan, yurtdışı çıkış harcına gerek kalmadı.
Tiflis’in yurdum iş merkezi genişliğindeki, içinde tosur tosur sigara içilebilen (?) havaalanına inince anladım ki pasaportsuz seyahat (pasaport kontrolden geçmemize rağmen) havaalanı personeli için de bir yenilik. Valiz beklenen alanda polisin biri tüm zarafetiyle anırarak pasaport sordu, Türkiye-Gürcistan arasında kimlikle seyahat edildiğini söyledim, aynı görev aşkıyla tutuşmayan kadın amiri konuyu doğruladı ve kariyerini riske atmamak için kabin bagajını bir daha x-rayden geçirdi.
Kısa bir bekleyişin ardından sabahın tam 7’sinde kalkan ve inanılmaz yılışık taksicileri bertaraf edecek havaalanı-şehir merkezi otobüsünü beklerken, duraga yanaşan sarı renkli dolmuş ilk Tiflis dozum oldu: Tiflis’te otobüs denen mefhum 12 kişilik ve fakat 50 yıllık domuşlardı ve mekanda olduğu kadar zamanda da yolculuk sayılırdı.
![]() |
Gürcü Havaş'ının içi |
Tiflis hikayeye göre M.S. 5. yüzyılda Kral Vakhtang tarafından kurulmuş. Av sırasında vurduğu kuşların düştüğü noktada sıcak su kaynaklarını (Wikipedia savı) çok beğenen kral, bu vesileyle termal tesis rantçılığı ve turizm otelciliğin atası olmuş. Bundan sebep, oldukça eski hamamları var. Her yere yürüyebileceğiniz için, kalabalık bir gezi planına ihtiyacınız yok.Kaldığınız yer merkezi ise, Merjanishvili Caddesi denilen Gürcü Tunalı'sı ya da Kordon'una aynı otantik minibüslerle ulaşabiliyorsunuz.
Geçirecek sadece 2 günüm olduğundan oyalanmadan hostelin (Pushkin 10 Hostel) konfor alanından çıkıp, inşaat ve yağmurla trafiği şenlenmiş Pushkin Caddesi’nde araba kaputuna yapışmamaya özen göstererek Özgürlük Meydanı’na yollandım. (İlk fotoğraf)
![]() |
Pushkin Caddesi |
![]() |
Tiflis Metrosu |
![]() |
Cezve Adam |
Özgürlük Meydanı’na açılan Rustaveli Caddesi gibi merkezi bir seçimle başladım. Meydanda ufak bir turist bürosu var ve dış kısmında gürcü alfabesi ile latin alfabesine çevrilmiş bir versiyonu asılı. Rustaveli, başlamak için güzel bir nokta çünkü alabildiğine turistik. Sağlı sollu janti binalar, metro istasyonu,mağazalar, bir adet eski meclis ve daha fazla Avrupai mimaride bina, sonra biraz dah bina derken cadde üzerinde cezve seklinde bir kahve standina rastladım. Gorevlisi 'cezve adam' Tiflis’te sempatik bulduğum şeylerden biri olan kahve kültürünün ikonu oldu. Turistik diye kondurmuşlardır derken, en küçük çarşıda ya da en ücra köşelerde bile kahve çekirdeği çeken dükkanlar olduğunu fark ettim. Her bakkaldan hazırlanmış kahve almak mümkündü. Kahve zincirlerinin mantar gibi türemediği ve 3. dalga kahve olayına girmiş bir hali olmayan şehirde bu kadar yerleşik bir kahve kültürü görmek beni çok şaşırttı.
![]() |
Gürcü Meclisi |
![]() |
Funiküler |
![]() |
Mtatsminda Füniküleri |
Daha iyi bir havada çok daha eğlenceli gezilebilecek olan park, CSI Tiflis’in pilot bölümü çekilse genç kadının öldürülüp atılacağı ilk yer olma izlenimini -atmosferin başka bir tabakasına geçilmemesi şartıyla- dağıtabilecek nitelikte. Hakkını vererek burada yarım gün geçirilebilir. Zaten yüksek bir tepede kurulmuş, gözü daha da yükseklerde bir lunapark burası. Dönme dolaba bindim, indiğimde sanırım tansiyon hastası olmuştum. Diğer oyuncakları bilmem ama gıcırdayan metal sesi ve bütün olarak dönme dolabın sağa sola sallanması kaygı vericiydi ancak ufuktaki dağ manzarası ancak Heidi kitaplarında görebileceğimiz cinstendi. Yine de ellerim ve dönme dolap ölümüne titrediği için tek bir net fotoğrafım olamadı.
![]() |
Tiflis Havayolları |
Tiflisin yer görmeyen bir başka noktası da Kura nehrini enine kesip Gürcistan’ın Annesi Heykeli’nin bulunduğu tepeye çıkan ve elbette ki geri kalmadığımız teleferik oldu. (Teleferikle finükülerin arasındaki farkı burada öğrendik) Burası da boydan boya Ramazan Sokağı şeklinde döşenen, üzerinde bolca incik boncukçunun arka tarafında da küçük bir botanik parkının olduğu,aşağıda Eski Şehir denilen küçük bir mahalle genişliğindeki alanı rahatlıkla fotoğraflayabileceğiniz bir nokta. Arka tarafında botanik parkı adı verilen bir alan var ancak beklediğimiz oranda makyajlı olmamasından mı yoksa yoluk otlaklara botanik park denmesini konduramadığımızdan mı bilinmez, turistik açıdan çekici gelmedi ve girişimde bulunmadık.
![]() |
Avlabari |
Yamaçta tüm şehre nazır güzel bir cafe konuşlandırılmış. Tek sorunu cafeyi keçiler için açtıklarını düşündürmesi ve nereden çıkıldığı anlaşılmayan, çoktan geçildiğinde ise eaamaan dönemem dedirtecek bir patikası olması. Bunun haricinde yarım saatten fazla oyalanabilecek bir yer değil deyip iniyorsunuz. Gürcistan’ın Annesi’nin karşı tepesinde de ilişkilerinin tabiatını kestiremediğimiz Gürcü Kralı’nın Heykeli var.
İner inmez, mavi bir borazanı andıran Barış Köprüsü’nden (Avlabari tarafına iniyorsunuz) karşıya geçip tepeden baktığımız Eski Şehir’in içini turladık. Bu alan turistik olduğu için Tiflis'in kalanına göre daha pahalıya yiyip içeceğiniz mekanlardan oluşuyor. Mekanların dışını çok güzel kullanmışlar. Tiflis'in geneli bir açık hava sanat galerisi gibi. Beklemediğiniz bir yerde, durakta, sokak arasında, köşe başında aklınıza gelmeyecek malzemelerden yapılmış heykeller çıkıyor. Sokak lambasına tırmanan tamirci heykeline bile rastladım. Biraz da bu yaratıcılığın turistik alanlara taşmasının etkisiyle çok sayıda bar ve restoranın olduğu bölgede KGB Cafe’yi bulduk.
![]() |
KGB Cafe |
Gürcüler'in Rus diline ve kültürüne hakim olduklarını ancak bu durumdan hoşlanmadıklarını duymuştum. Gerçekten de Eski Şehir'in içinde Ruslar'ı çağrıştıran ne varsa güzelce dokundurmuşlar. KGB Cafe, turistlerin totosunu koyduğu koltukların, rütbeli sovyet ünifomalarıyla kaplandığı, tank maketlerinin biblo niyetine kullanıldığı, çoğunlukla turistlerin uğradığı, alenen 'turistik amaçla yapmadık ambiyans bu' demese de konseptin ekmeğini yediğini hissettiren bir işletme. Yalnızca kahve molası için oturduğumuz KGB'den sonra, Demir Perde'ye son derece sanatsal başka bir yaklaşımla karşılaştım ve uzun süre gözlerimi gerçek demirden yapılan perdelerden alamadım. Kura'nın (haritaya göre) sol yanı bitmişti, kaldığımız yere uzak olan sağ tarafı bırakmıştık.
![]() |
Demir Perde |
Sonraki durağımız Kura Nehri'nin sağ yanına düşen Holy Trinity olarak da anılan ve bilimum Tiflis görselini süsleyen Sameba Kilisesi oldu. Tarihi olabileceği beklentisi yaratsa da yalnızca 8 yaşında olduğunu öğrendim. Benim gibi yürümeyi seçenler için katedrale giden yol katedralin içinde geçecek süreden daha uzun sürüyor. Ancak gidiş rotanıza bağlı olarak Baratashvili Köprüsü üzerinden ve mahalle içi tabir edebileceğimiz bir çevreden geçerek Tiflis'in spontan güzelliklerine rastlayabiliyorsunuz. Yürüdüğüme pişman olmadım.
![]() |
Sameba Katedrali |
Merkezi noktalardan Avlabari Meydanı'ndan dolmuş/otobüsle buraya çıkmak/ inmek ayrıca mümkün.Katedralin güzel bir füniküler manzarası ve ferah bir bahçesi var. Rock star görünümlü rahipler ve bahçedeki retro arabalarla istemeden de olsa hafiften bir cos-play ortamı vuku bulmuş. Hayrını görsünler deyip Sameba’dan ayrılırken göreceğiniz ve solucan deliğinden geçip D.C’ye geldik hissi veren beyaz saray replikası ise cumhurbaşkanlığı. Bu kadar turistik bir yerin yol üzerinde CB olmasını ve korumalarca henüz kışkışlanmamayı ilginç bularak Avlabari Meydanı'na, oradan da Kura nehrine vardık karşımıza geziye başladığımız nokta olan, eski şehir adı verilen alanı görünce turistçe bir küstahlıkla Tiflis'i çözdük demekten geri kalmadık.
![]() |
Baratashvili Caddesi |
Rotayı düz bir hattan çıkarıp Kura nehrinin sol yanına çevirmeyi gerektiren iki noktadan biri Sameba iken diğeri de oldukça uzun olan Merjanishvili Caddesi idi. Rustaveli’ye Kızılay/Konak denirse Merjanishvili de Tunalı/Alsancak’a denk düşer diyebiliriz. Biz de Özgürlük Caddesi'nden gizlice Gürcüce öğrendiğinden şüphe ettiğim yol arkadaşımın ısrarı ve isabetli seçimi üzerine Merjanishvili Caddesi'ne yollandık. İçinde birkaç Türk restoranı, opera ve bale salonu olan Merjanishvili’de Rustaveli Caddesi’ndeki yarı lüks yarı bakımsız görüntü,yerini sterilize edilmiş küçük bir Avrupa’ya bırakmış.
Kura nehri üzerindeki köprülerde insanlar akşamüzeri eski biblolar, Sovyetlerden kalma madeni paralar, ev eşyaları ve maketler satıyorlar. Büyük caddelerin kenarlarında da peynirler,dizi dizi pestiller, baharat karışımları satılıyor. Bu türdeki en geniş pazarın Cumartesi günü kurulduğunu öğrendik.
![]() |
Merjanishvili Fırın |
![]() |
Khinkali |
Kişnişe bulaşmayan yegane tatlardan khinkali adlı Gürcü mantısının da açıkçası tutkunu olmadım.Bunun üzerine ortalıkta restorandan çok fırın olmasına hak verdim denebilir. Yine de şarapları ve hamur işleri hatrına sesimi çıkarmadım.
Yerel müzik ve Kafkas dansları için, Eski Şehir denilen küçük alanın hemen yanında, Gürcistan’ın Annesi Heykeli’nin olduğu tepenin eteklerine düşen Metekhi semtinde tepedeki kiliseye nazır restoranlardan birinde şansımı denerken buradaki yiyecek deneyimim ‘no kinzi’ (kişniş olmasın’ sihirli sözcüğü) sayesinde daha huzurlu oldu. Cumartesileri Kafkas dansı gösterisi olan ve yediğim en iyi Özbek pilavını yapan mekanda yemek sonunda çay bile içebildik. Yiyecekler dışında Gürcü şarapları, özellikle Teliani, güzeldi. Hostelde bol miktarda satılan Borjomi adlı tuzlu sodaya ise mesafeli bir yaklaşımım oldu. Hostel demişken, Pushkin 10 Hosteli'nden hem yeri, hem yediğim en iyi pancake kahvaltısı nedeniyle çok memnun kaldım.
İlk kez doğu yönünde seyahat ettiğim için midir bilinmez Tiflis çok farklı ve taze bir his bıraktı ve annemin deyimiyle ‘iki kilise bi nehir bir cadde,öeeeyyk’ kısır döngüsünü kırdı. Herşeyden önce nehir konsepti farklıydı. Kura nehri hiç de öyle sağında solunda küçük butik kafeler ya da çay bahçeleri dizili, şiirsel, sevilesi, yerlisinin düşkün olduğu bir nehir değil, aksine iki yanına yurdum belediyeciliğine yakışırcasına otoyol ziftlenmiş, kimsenin dönüp bakmadığı ve bu ilgisizlikten olsa gerek boklu dereden bezgin akan gariban bir akarsuydu. Tiflis’in anti klişe yönünü biraz da bu yönden takdir ederek, iki dopdolu günün ardından hala sağda solda gözüm kalmış şekilde yurda döndüm… Ne koştur koştur zebil olduğum ne de gezemeden döndüm diyeceğim tam orta ayarında bir gezi oldu. Yine fırsatım olsa giderim...
Yorumlar
Yorum Gönder
İki çift lafım var: