Mütevazi bir İskandinavya Turu: Oslo

Vigeland Heykel Parkı
Norveç'in başkenti Oslo'da, bu seferki yol arkadaşım kız kardeşimle teknik olarak 2, turistik olarak 1,5 gün geçirdik. Yolculuğun tüm aksiliklerine psikolojik temizlik yaparak bir önceki paylaşımımda yer verdiğim için, bu yazıyı yalnızca Oslo'nun eğlenceli yönüne ayırıyorum.
Oslo'yu ziyaret etme fikriniz varsa şiddetle desteklerim. Yazın güneşin hiç batmadığı bir 48 saat geçirdiğimiz, sokakta kimse yokken sabahın dördünde trene yürüyebileceğimiz kadar güvenli, kimsenin kimseye karışmadığı, turistlerin söğüşlenmediği (Norveç'te fiyatlar hayatını euro ya da dolar cinsinden kazanmayanlar arasında hiçbir ayrım yapmaksızın hepsini soyup soğana çeviriyor) ve en güzeli ağzımızın içine badana yapılıyormuş gibi hissetmeden musluktan su içebildiğimiz bir yer Oslo. 
Oslo'da olduğunu bilmediğimiz tanıdık bir yüz de var;
Çığlık Tablosu, E. Munch, National Gallery




Sagene Kilisesi
Denizden petrol çıkarmaya başlayana dek hiçbir iddiası olmayan balıkçı bir  ülkeyken, bugün Norveç AB'ye petrol refahından koklatmamasıyla tanınıyor. Diğer İskandinav ülkelerindeki tüm göçmenler, kişi başına düşen milli gelir nedeniyle kapağı Norveç'e atmak (İsveç'te bir doktorun aylık maaşı, Norveç'te iki nöbete denkmiş) hevesinde. Sağlık sisteminde doktora, haliyle tedaviye erişim bizdeki gibi değil, doğrudan hastaneye gidemiyorsunuz, önce ilk derece sağlık kurumlarına takılmak gibi daha sıkıntılı süreçler var ve doktor sayısı yetersiz. Saatlik ücret Norveç'te en yüksek, bunu restoranlarda hesap öderken daha iyi anlıyorsunuz: bakınız aşçılar saatli çalışıyor. Tüm bu sosyal düzenlemelerle Norveç bir cazibe merkezine dönüşmüş durumda. 
Bunların dışında her yıl 10 Aralık'ta Nobel Barış Ödülleri burada, Belediye Binası'nda (karşısındaki Nobel Peace Center'da sergilenmek üzere) sahipleriyle buluşuyor. Oslo, ister doğa ister kültür sanat odaklı gezilerden hoşlanın, her açıdan memnun ayrılacağınız bir şehir.


 Yalnızca Oslo için rahat planlanmış 2, çok çok geniş planlanmış 3, sıkış tepiş bir programla telef olunmuş 1.5 gün yeterli. Eğer konaklamam karşılanıyor, istediğim kadar uzun kalabilirim diyorsanız ne Oslo Pass'a, ne de müzelere biletli girmeye ihtiyacınız olacak, genellikle hafta sonları belirli saatlerde, bilet ya da pass ile girebileceğiniz çoğu yer ücretsiz ziyaret edilebiliyor..

Oslo Opera Binası
Bizim Oslo'yu nasıl gezdiğimize gelince;

1. Adım Oslo Pass edindik.. Öğrenci kartıyla bana 30 (ISIC uls. öğrenci kartı ile %20 indirimli)  yol arkadaşıma 20 Euro (7-15 yaş) olarak ücretlendirilen 24 saatlik Oslo Pass'tan aldık. Toplu taşıma ve müzeler bu kartla ücretsiz.
Akershus Kalesi
Oslo'da ulaşım pahalı, müzeye girmeseniz bile kartın sadece toplu taşıma özelliği ile istediğiniz feribota binip yakındaki adalara gidebilir, gün sonunda yine karlı çıkarsınız. Metro ve turistik yerlere gitmeyen otobüslerde pass'ı kontrol etmedikleri için, bir müzede ya da vapurda barkodu kullanana dek üzerine tarih yazmazsanız daha uzun kullanabiliyorsunuz, satın aldıktan değil kullanmaya başladıktan itibaren barkod 24 saat geçerli oluyor. 30 euro niye vereyim, müzeyle ne işim olacak diye es geçecek olanlar için söylüyorum, Oslo'da freelance turist olmak da çok masraflı. En turistik yerlerden biri olan Bygdoy Müze Adası'nda aklınızı çeler de bir tane müzeye bile girerseniz 10-15 Euro aralığında.  
Sagevien'deki Beiebrua Köprüsü
2. Adım: Adres sormaktan çekinmedik. Özelinde Oslo, genelinde Norveç, gerçekten güzel bir yer. Oslo her köşede yemyeşil bir parka, sokak aralarında Kuzey Avrupa görsellerini süsleyen inanılmaz güzel evlere, hepsi çok iyi İngilizce konuşan, mütevazi ve sempatik bir yerel halka sahip. Oslo tek başına, daha soğuk ve mesafeli sanılan İskandinav insanı ve 'anca Vikingler'in ekmeğini yiyorlar' kisvesi altında burun kıvrılan kültürü hakkında fikrinizi tamamen değiştirebilir.  'Anam bunlar depresif memleket, insanı bi garip olur, yabani durur' sanan en at gözlüklü turisti bile utandıracak cinsten sevimli insanlar. Bir kişi bile İngilizce bilmiyorum demedi ya da kırık bir İngilizce'yle konuşmadı. Yol tarifi istediğimde Almanya ya da Fransa'da şahit olduğum cinsten burnundan kıl aldırmaz tavırlardan eser yoktu. Norveçliler'in ergeninden yaşlısına hepsinin kibarlığına, yardımseverliğine bayıldık. 
Ancak adres sorarken süprizlere hazır olun. Norveçce acayip bir dil. O ünlüsünü okumuyorlar ki şehrin adı Oslo :) Özellikle sert ünsüzlere mesafeliler. Yer isimlerinin telaffuzu ile yazılışı apayrı. 'Grünerlokka'yı 'giğerluka',Toyen'e 'teayıin' dediklerini duyunca adres sorarken telefonuma yazıp gösterdim. 

Bir diğer handikap, Oslo'da her yer yeşil olduğundan, ünlü bir turistik parkı ararken 'ha şurası yemyeşil kesin orasıdır' deyip yanlış yönlere saptım ve yolumuz uzadı. Oslo, coğrafi tahminlerinizde sizi hızla utandırabilecek bir yer. 

3. Adım : Aykırı Turist olduk..

 Ziyaret edeceğiniz yerler arasında Vigeland Heykel Parkı, Karls Johan Gate'de yer alan Stortinget (Parlamento), Slottet (Royal Palace), National Gallery, sahildeki Radhus diye anılan Belediye Binası'nın çevresi, buraya 5 dk yürüyüş mesafesindeki Akershus Kalesi, son olarak da şehrin biraz kuzeyindeki Sagevien'den Grünerlokka'ya uzanan Akerselva Nehri kıyısı olmalı. Sonuncusu turistik olarak daha geri planda bir rota, ancak Oslo'da çok güzel bir akşam üzeri geçirmek ve güneş ışığından yararlanmak için  bu nehrin kenarında mutlaka dolaşın. Taş evlerin arasında gezinin. 

Oslo'nun şehir içini Karls Johan Gate Caddesi haricinde, uzun uzun yürüyeceğiniz kısımlarında daha çok seveceksiniz. Şehrin göbeğinde bile doğaya, yeşile saygı var; iki tane banklı, beton ziftlenmiş parklara değil küçük ormanlara rastlıyorsunuz. Şehrin en büyük 'bahçesine' Majorstuen metro istasyonundan ulaşabiliyorsunuz. Bu alanın bir kısmı boylu boyunca piknik yapılan bir orman. Kalan kısmı Vigeland Heykel Parkı parktan çok, onlarca güzel heykelle süslenmiş (Parkın içindeki Vigeland Müzesi'nde bir o kadarı daha var) bir açık hava sergisi gibi. Öyle doğal bir ortamın daha güzel bir düzenlemesi olamazdı. 


Doğumdan ölüme insan hayatının her anını temsil eden birbirinden güzel heykellerle kaplı köprüden geçip, parkın sonundaki tepeciktekİ Dikilitaş (!) ile Vigeland Parkı'nın tamamını görmüş oluyorsunuz. Bu alanda ayrıca Oslo Şehir Müzesi (ByMuseet) bulunuyor ve turistlerin gözdesi. Oslo'nun şehir hayatına dair bir müze olan Bymuseet maalesef 16.00'da kapanıyor. Malum gecikme nedeniyle yetişemedik, ertesi gün geri de dönemedik. Vigeland'ın park kısmına giriş ücretsiz, Oslo Pass'la da hem Vigeland Müzesi'ni hem Şehir Müzesi'ni ücretsiz girebiliyorsunuz.
Munch Müzesi
Şehir merkezi haricindeki iki ormanlık alan Toyen'de ve Opera Binası yakınındaki Ekeberg'te. Toyen (teğyin gibi bir şey diyorlar) semtinde dip dibe bulunan Botanical Garden, Munch Müzesi ve yolun karşısındaki Toyen Badet (Malikane) sanırım en son üniversite kampüsünde gördüğüm kadar geniş çimlere sahip, yemyeşil bir alan. Munch Müzesi, Ulusal Galeri'ye kıyasla biraz daha iddiasız ve küçük ancak Norveç'in bu ünlü ressamının eserleri görülmeye değer. Toyen Badet ve Botanical Garden ise elinize kanelbullar alıp (tarçınlı çörek) içinde saatler geçirebileceğiniz güzellikle yerler. 
Ekeberg'e zamanımız yetmedi, içinde güzel heykeller olduğunu duymuştum, ancak Vigeland ya da Toyen Botanical Garden'dan hiçbirini görmediyseniz Oslo parklarını temsilen ziyaret edebilirsiniz. Gideniniz olursa bana da anlatsın. 
Oslo Katedrali
Oslo'nun turistik iki unsuru var, ilki Tren Garı olan Oslo Central Station'ın çıkışına paralel boylu boyunca uzanan Karls Johan Gate diğeri Bygdoy Yarımadası. Karls Johan Gate bir cadde ve şehir merkezinin turistik doneleri Oslo Katedrali, Parlamento Binası Stortinget (metro istasyonu da var), Kraliyet Sarayı (Slottet), National Gallery burada yer alıyor. Parlamentonun orta noktasındaki yani Stortinget'te yalnızca Cumartesi günleri fırsat eşitliğine dayanan 30 kişilik ücretsiz bir rehberli tur düzenleniyor. Rezervasyon almadıkları için gerçekten erken gidip 30 kişinin arasında yer almanız gerekli.Bize kısmet olmadı.. 


National Gallery
Stortinget'i geçince çıkacağınız parktan sağa yukarı giderseniz Çığlık tablosunun bulunduğu, inanılmaz güzel resimlerle donatılmış Ulusal Galeri'yi (National Gallery) ziyaret edebilirsiniz. Çığlık'ın yaratıcısı Edward Munch.Toyen'de eserlerine ayrılmış ayrı bir müze var. Ancak Çığlık Munch Müzesi'nde değil Ulusal Galeri'de sergileniyor. Pazar günleri belirli saatlerde ücretsiz ziyaret edilebilen bu Oslo usülü Resim Heykel Müzesi'ni Oslo Pass'la ücretsiz ziyaret edebiliyorsunuz. 


Çığlık Tablosu, E. Munch, National Gallery
Buraları gezerken acıktığınızda çok yakındaki Kaffistova'da geleneksel Norveç yemeklerinin tadına bakabilirsiniz. Norveç'te Somon dışında ren geyiği ve balina eti yeniliyor. Kaffistova Norveç usulü somon ve özel soslu ren geyiği ile turistler arasında çok popüler. Fiyatları Norveç standardında biraz daha makul. 
Slottet- Royal Palace
Karls Johan Caddesi'ne döndüğünüzde, sondan bir önceki durağınız caddenin sonundan size sırıtan sarı Royal Palace olacak. Her gün 13.30'da nöbet değişimini izleyebilirsiniz. Sanırım Norveç Kraliyeti'nden sadece kral ve kraliçe hala burada yaşıyor. Pazar günleri rehberli turlarla ziyaret edilebiliyor. Kraliyet Sarayı'nın özgün adı Det kongelige slott  ya da kısaca Slottet diye geçiyor. Buradan sonrası Oslo'yu sabit bir rotadan çıkarıp, denize ulaştıran kısım. Size bahsettiğim sıfır noktası parka dönüp (Galeri için sağa sapmıştınız) sola yardırınca ve Ibsen heykelinin bulunduğu Ulusal Tiyatro'nun önünden sapmadan (Ulusal Tiyatro diye bir metro durağı da var) yürüyünce Kırmızı Ev anlamında gelen Oslo Belediye Binası'na, aynı zamanda sahile, vapur iskelelerine, Nobel Barış Merkezi'ne varıyorsunuz. 
Radhus- Oslo Bld. Binası


Nobel Barış Merkezi
Nobel Barış Merkezi'ni vapura binmeden ziyaret ettik. Nobel Barış Merkezi son derece modern çizgide ve gezmesi çok eğlenceli bir müze. Oslo Pass'la ücretsiz ziyaret ettiğimiz müzenin zemin katı sanat çalışmalarına ve mini sergilere ayrılmış. Duvarlardan birinde 'en komik bulduğunuz önyargı nedir?' gibi düşündüren soruların bulunduğu ve herkesin arkasına birşeyler yazdığı önyargı kartları var. Üst kat ise 2016 adayı Kolombiya Devlet Başkanı Santos'un narko-gerilla FARC örgütüne karşı verdiği mücadeleyi konu alan çok anlamlı bir sergiye sahip. Bu kat biraz daha müze havasında. Alfred Nobel'in buluşları son derece gerçekçi bir dijital çalışmayla eğlenceli bir şekilde sunulmuş. İlerlediğinizde ise loş aydınlatılmış Nobel Salonu'na varıyorsunuz. Burada 1912'den bu yana Nobel Barış Ödülü alan tüm önemli isimlere ait, ışıldayan çubukların ucuna takılmış tabletler bulunuyor.

 Nobel Barış Ödülü'ne bu çağda burun kıvıranları bilmem ama bu ödüle Oslo'nun gösterdiği saygıya hayran kalmamak mümkün değil. Ayrıca, kimsenin genel kültürüne halel getirmeksizin, Orhan Pamuk ve Aziz Sancar'ın burada yer almadığını, çünkü Oslo'daki merkezin sadece Barış Ödülü'ne ayrılmış olduğunu hatırlatmak isterim. Nobel'in diğer dallarına ait ödüller Stockholm'de veriliyor.
Nobel Salonu
Buradan çıkıp hemen karşımızdaki vapurların kalktığı alana ilerledik. Burası Akers Brygge. Devamında restoranlar var ve akşam saatlerinde çok kalabalık oluyor. Sokaktaki büfelerden ayak üstü yenilebilecek her türlü kalori bombasını satın alabiliyorsunuz. Azimle sonuna dek yürürseniz Oslo'nun turistik olmayan şehir içini biraz daha tanıyor, iş hanı mantığındaki bir kaç pasajı ziyaret ediyorsunuz ve saat uygunsa Astrup Fearnley Modern Sanatlar Müzesi'ni görüp dönüyorsunuz.
  
Karls Johan Gate

Yürüyüşe başladığımız Radhus'un (Belediye Binası) önü pek çok otobüsün işlek noktası.  Oslo'nun en biline müzelerinin olduğu Bygdoy Adası'na bu binanın önünden kalkan 30 numaralı otobüsle gidiyorsunuz.Aynı zamanda bir feribot da mevcut ancak mesafe çok kısa ve iskeleden müzelere çok yürümeniz gerekiyor. O nedenle otobüsü tercih edin. Biz ilk denemede vapur seçeneğinde yanlış yönlendirildik, adını ilk kez duyduğumuz bir adaya gidip dönmek zorunda kaldık. Ancak ne beklentilerle Oslo fiyort turuna çıkıp tur kisvesi altında adacıklara konuşlanmış ahşap evleri fotoğraflayıp dönen turlara bir ada yolculuğuyla istemeden fake atmış olduk. 


Oduncu Evleri
Yanlış feribota bindiğimiz iskelede inip belediyenin önünden Bygdoy otobüsüne yeniden binerek bu müze adasını görme kararlılığımızla gururlanırken, 10 dakika bile sürmeyen kısa bir seyahat sonunda Oslo'nun ikinci ünlü turistik alanı olan bu yarımadanın ilk durağı Folkemuseet'in önünde bulduk kendimizi.Burası bir açık hava müzesi ve tamamı evlerden oluşuyor. 


Norveç Hamamönü


Ahşap Kilise
Norveç kültürünü 1600'lerden 1900'lere minik ve mütevazi adımlarla takip ediyorsunuz. Tamamı bu müzede sergilenmek üzere korunarak sökülen evlerin bir kısmına girilebiliyor, bir kısmını dışarıdan röntlüyorsunuz. Bizim ziyaretimizde ahşap evlerin çoğu kapalıydı. İlk başta yaklaşık bir saat 1600'lerden kalma oduncu evleri arasında yürüyüp, büyük ahşap kiliseyi ziyaret ettik. 
Folkemuseet


Bu kanat bitince geziye başladığınız kapıdan çıkıp tam tersi taraftaki günümüze göreceli olarak daha yakın zamanı konu alan Norveç usulü Hamamönü'ne çıkıyorsunuz. Bu kasaba kısmında içini ziyaret edebildiğiniz bir pastane, eczane, banka ve el sanatları dükkanı var. Çömlek atölyesinde renkleri gözünüzü alan el yapımı kupalar alabilirsiniz. 

Karls Johan Gate'teki Malum Park
Kimi zaman müze çalışanlarının yerel kostümlerle rahip, köy öğretmeni, pastaneci rolünü üstlendiklerini duymuştuk ancak yalnızca bizim gospelci rahibe denk geldik.
Folkemuseet, doğanın içinde 2 saat geçirebileceğiniz sakinlikte ancak yürüyüş parkuru gereği daha ilk duraktan kendinizi yorabileceğiniz bir yer. Bygdoy'un sonraki üç müzesine Folkemuseet kafesinde soluklandıktan sonra başlamanızı tavsiye ediyorum. Çünkü 5 dakika yürüme mesafesindeki Viking Müzesi'ni ziyaret ettikten sonra 30 numaraya binmeyecekseniz sizi zorunlu bir yürüyüş bekliyor. 
Viking Gemi Müzesi


Viking Gemi Müzesi

Folkemuseet'in devamındaki Viking Müzesi, sanırım Oslo Pass kapsamında olmasa girmeyeceğim, 3 adet viking kayığının eser miktarda bulgularla birlikte sergilendiği iddiasız bir müze. Viking kültürüne özel bir ilginiz yoksa ziyaret etmeniz çok da şart değil. Beklenmedik ölçüde kısa süren bu ziyaretin ardından sırada 15 dakikalık bir yürüyüş sonucu Bygdoy adasının sahilindeki Kon-Tiki ve Fram Müzeleri'ne varıyoruz. Ancak yol üzerindeki her sapakta tabela bulunmadığından tereddütlü bir yürüyüş oluyor. Norveç israftan hoşlanan bir ülke değil. Henüz varmadıysanız ve yol ayrılıyorsa dümdüz gideceğiniz anlamına geliyor. Yalnızca sağ ya da sola ayrılacak olduğunuz noktalarda tabela hizmeti var. Bygdoy'un 3 müzesinin bulunduğu bu deniz seviyesiyle bir meydanda, Kon Tiki, Fram ve Norwegian Maritime müzesinin ortasına iniyorsunuz. Burası Norveç'in denizcilikten ne derece gururlandığının kanıtı 3 müzenin merkezi.

Kon Tiki Müzesi



Kon-Tiki
Kon Tiki Norveçli antropolog-kaşif Thor Heyerdahl'ın akıntı yönlerine dayanarak,Polinezya halkının (Moana'yı izleyin) Asya'dan değil Güney Amerika'dan göç ettiğini kanıtlamak için ilkel bir sal ile 100 gün boyunca Atlantik Okyanusu'nda yaptığı seyahati konu alıyor. 1954'teki orjinal belgeseli Oscar kazanmış. Oscar heykeli de gemideki diğer eşyalarla sergileniyor. Ziyaret etmeden önce Kon-Tiki  filmini izlemenizi tavsiye ediyorum.

Fram Müzesi ise dünyanın en dayanıklı ahşap gemisi olan 'Fram'ın (forward- ileri demekmiş) Güney Kutbu macerasını anlatıyor. Gemi müzenin tamamını kaplıyor, 'Norveç'ten kutuplara gitmeyi' Bolu-İstanbul seyahatiyle bir tutma eğilimdeyseniz duvarlarında Kutup macerası, yıldızlardan yol bulma, kutuplarda hayatta kalma gibi müzeden ayrıldığınızda konuya hakim olmanızı sağlayacak detaylar var. Gemiye çıkmak için üçüncü kata ulaşmanız gerekiyor. Geminin cafesi zemin katta ve oturacağınız yerler ahşap kabinler şeklinde. Fram'ın karşısında Norwegian Maritime Museum bulunuyor. Ancak Pass'ımızın süresinden emin olamadığımız için ziyaret edemedik. 

Buradan çıkışta, bizi şehir merkezine ulaştıracak 30 numara ile şehre döndük ve ilk kez bilet kontrolüne denk geldik. Daha turistik bir alan olduğu için daha sık bilet kontrolü oluyormuş. 
Başarısız bir Fram fotoğrafı
Peki saatli ziyaret edilecek yerler hariç neler yapılabilir? Oslo'da bizim gibi sabah akşam gezecekseniz ve güneş ışığından maksimum fayda sağlamak istiyorsanız, ya da en basitinden müze açıldı kapandı saatlerini kovalamak istemezseniz, önce gezip görülesi açık alanlardan başlayın. Bazı müzelerin ve Belediye Sarayı Rahduset'in kapanış saati 16.00. Bu nedenle bu sonsuz gündüzü Opera Binası ve Akershus Kalesi (Belediye Binası Radhus'un önünden Nobel Merkezi'nin aksi yönüne Akershus Kalesi'ne yürüyüp, kalenin arka çıkışından 10 dk yürüyüşle Opera Binası'na varırsınız) Akerselva Nehri, Sagevien ve Grünerlokka (bu bir hippi semti aslında), Toyen Botanical Garden ve Toyen Badet gibi yürüyerek ayıla bayıla gezebildiğimiz, Oslo'nun doğal bir parçası olan ama açık hava müzesinden farksız, ücretsiz ziyaret edilebilen ve ziyaret saatleri son derece esnek olan güzel yerlere ayırdık. 

Şehrin daha az turistik kısmında yer alan Opera Binası, çatısına çıkılabilen, içi hala asıl amacı için kullanılan, kaykaycıların işini zorlaştırmak için gizli merdiven ve çıkıntılara sahip dev bir rampa. Binanın yapısı, tepesindeyken binanın kalanını göremeyeceğiniz şekilde. İki adım sonra denize düşeceğinizi sanıyorsunuz. 

Akershus Kalesi ise 1400'lerden kalma, içinde askeri bir müze barındıran, yemyeşil bir alanda yer alan tarihi yapı. Oslo'da Vikingler'den sonra en eski şey olabilir. Kale kısmını ziyaret edebiliyor ama içeri giremiyorsunuz. Ancak ağaçlı yolu, çok güzel bir yürüyüş alanı. Ayrıca tepeden harika Akers Brygge manzaraları yakalayabilirsiniz. Kalenin bahçesinde, gemiden inen sarhoş turistlerin kalede oraya buraya kusmasını engellemek ve kışkışlamak için olduğunu tahmin ettiğim gerçek bir AK-47 taşıyan bir kadın muhafız duruyor.
Yoldaşımız Kanelbulle
İthal kalorilere gelirsek, Oslo'da bolca yiyeceğiniz şey tarçınlı mayalı bir çörek olan kanelbulle. Toz şekerle değil şurupla tatlandırıldığını sanıyorum çünkü tadı şekerli çörek gibi değil, hafif likörümsü ve kakule de ekleniyor. Pastaneleri çoğunlukla bu tür hamur işlerine ve kruvasana çalışıyor. Restoranlarda yüzüne bakmayacağınız salata ve pizzalar 15-20 eurodan başlıyor, daha iddialı et yemeklerinde 50 euro gibi rakamlar söz konusu. Ancak 7/11, Subway, Burger King gibi seçenekleriniz de var. Bunlara daha makul alternatifler özellikle hamur işlerinde müze kafeleri. Çoğu zaten restoran gibi kullanılıyor. Sandviç her 7/11'da var. Ancak restorandasipariş ettiğiniz sandviç çoğunlukla altında iki dilim ekmek üstüne salata hazırlanmış hali. Gördüğünüzde şaşırmayın.


Akershus Kalesi
Karl Johans'ta hediyelik eşya alabileceğiniz dükkanlar, ünlü zincir mağazalar ve İsveç-Norveç'te sık sık ziyaret ettiğimiz bir nevi İskandinav H&M'i 'Bik Bok' var. Bu cadde hariç hediyelik eşyayı kitapçılar ve müze mağazaları hariç sadece 7/11'de görebildik. Eşe dosta hatıra olsun diye kupa almak isterseniz saçma sapan fiyatlara acayip çirkin kupalarla karşılaşacaksınız. Tişörtler de aynı kaderi paylaşacak. Karls Johan Gate'in Central Station'a yakın kısmındaki Azerilerin işlettiği hediyelik eşya dükkanını öneriyorum.

Kilometrelerce yürüdüğümüz, müzelerine turistik noktalarından dönüp dönüp geçtiğimiz Oslo, ne ulaşım ne yüzölçümü açısından zorlayıcı bir coğrafya değil. Yaklaşık 20 derece sıcaklık olmasına rağmen uzun kollu giysilere ihtiyaç duyduk. Turistik bir bölge sayılmamasına rağmen, Akerselva Nehri'ne paralel olarak Sagevien semtinden hippi mahallesi Grünerlokka'ya yürümenizi şiddetle tavsiye ediyorum.


Oslo'nun turistik kısımlarını yarım gün ayırarak hızlıca gezip, haritada koyu yeşil gördüğünüz noktalara sürüklenirseniz geziniz tadından yenmeyecektir. Batmayan güneşe kapılıp, özellikle 4 ya da 6'da kapanan müze, belediye sarayı gibi kapalı mekan gezilerinizi kaçırmayın. 

Musluktan doldurduğunuz suyun tadına bayılacaksınız. Lütfen market suyuna pabuç bırakmayın.

Stockholm yazısında görüşmek üzere..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uluslararası Öğrenci Kartı Hezeyanı (ISIC Card)

Kiev (Kyiv) : Ukrayna Acı Vatan