Vol.1 Barcelona :Gaudi'yle sahilde 'Akdeniz Akşamları'

2009 temmuzu.Yaz okulu bitmiş İzmire dönmüşüm, bir iki hafta takılıp Güney Fransadaki kampa uyku tulumum ve çadırım eşliğinde - hayır kurmadan götüreceğim) tek başıma yollara vuracağım. Kamp da bir uluslararası gönüllü organizasyonu. 2 veya 3 hafta süren -projenin içeriğine göre, construction veya environmental seçtiyseniz, tenha bir kırsalda farklı uluslardan 15 insan evladıyla birlikte yerleşik yaşamı nispeten ilkel yollarla sürdüreceğiniz bir sinerji demek. Kameraların olmadığı bir nevi 'Survivor'.

Toulouse (Güney Fransa) a ulaşmak için Paris üzerinden bir ulaşım planı göndermiş bana organizasyon. Paris'ten binilecek tren, ondan sonra binilecek başka bir tren ve otobüs. Bana dair sorumlulukları, kampa adım attığım anda imzalayacağım belgeyle başlayacağından, Paris'i falan karıştırmadan Toulouse'a ulaşmanın yollarını aramaya başladım. Çözüm Fransa'nın hemen altındaydı: İspanya. Kuzey İspanya. Hatta Akdeniz'e bakan Katalan incisi Barcelona. Barcelona'ya 3 saat uçup, gece otobüsüyle 4-4.5 saat gibi bir sürede Toulouse'a varacağım ve bizi köye götürecek minibüsten 2 saat önce oradayım. Barcelona'ya ilk gelişim bir günlüğüne, ikincisi de kamp sonrası 5 günlüğüne, ama ayrı gayrı olmasın diye süreci birleştirip bir avazda önce Barcelona sonra Toulouse'u anlatacağım.
Sabahın 3'ünde havaalanı yollarına düşüp, 5'inde İstanbul uçağına binerek, saat sekizdeki uçağa saçlarımı yastıktan zorla sökmenin getirdiği en nursuz halimle kuruldum. Beynim sadece biletteki koltuk numarasıyla koltuğun üzerindeki numarayı eşleştirmeye tenezzül edecek kadar işlevseldi. 


Barcelona'ya inince  metroyla Bcn Sants istasyonunda telefon krizine yakalandım. Neyseki bagajımı emanete teslim ettiğim bölmenin yakınında eski moda, madeni euroyla çalışan bir telefon makinesi vardı,  evi aradığımda şansıma anneannem çıktı (şansıma, çünkü anneannem Alzheimer hastasıydı) ve vardığım haberi annemle babama ulaşmadı. 3 gün benden haber alamadılar. 

Akşam Toulouse'a giden otobüsüm bu istasyondan kalkacaktı, iki haftalık kampın ardından gene Barcelona'ya geleceğim için, bir zemin araştırması yapmaya başladım.

Barcelona'da sıkça duyulacak iki isim var. Biri Messi.Lionel Messi. Topçu. Bir topun arkasında 10 tane takım arkadaşıyla koşturuyor. Barça denen futbol takımının mağazasında, kulübün hissesini mi yoksa üniformasının mı arz edildiğini tam çözemediğim bir fiyata üzerinde adı yazılı tişörtlerden satıyorlar.

Diğeri Gaudi. Antonio Gaudi. Mimar. Sizlere ömür. Barcelona'nın çeşitli semtlerinde inşa ettiği kendine özgü  binalarıyla tanınıyor muhterem. Sagrada Familia, Casa Battlo, Casa Mila, Park Güell bunlardan bazıları.Ayrıca caddeler ve ara sokaklar aşırı temiz, ve yerleşim de çok ilgi çekici, tüm apartmanlar kümelenmiş, geniş iç avlularla birbirlerine bağlanıyor, buna verilen özel bir mimari ad vardı ama unuttum, neyse bu adres arayan birini çileden çıkarabilirmiş. Benim evle işim yoktu bilemeyeceğim.

Barcelona'nın Barcelonata adında ilk duyunca bir çeşit yerel içki sandığım, boylu boyunca bir sahili de var.Sahile metroyla gidilebiliyor bu nedenle seyahat halindeyken metronun kapıları açılınca şıpıdık terlikleri, omzunda havlusu ve mayosuyla ( hayır tişört giymemişti) vagonda yarı cıbıl adamlar beliriyor. Sahil civarında kallavi bir gökdelen, Kentpark'ın az semirmiş bir versiyonu ve bir de Okyanus müzesi var. 
Aynı zamanda La Rambla adında güzel bir caddesi, bu caddede de 'ne ararsan' var. Özellikle sokak gösterileri. Flamenko, arjantin tango performansları, Darth Vader' kostümlü bir arkadaşın afro-ispanyol bir kıza ışın kılıcı sallaması,  katatonik bir gotik kız, Oz Büyücüsündeki gümüş çaydanlık vb. alternatif performanslar mevcuttu. Bir de milleti paranoyak yapıyorlar ekşisözlükte, bu gösteriler sırasında 'pickpocket' çok sık yaşanıyor diye. 
Bu kısa turun sonunda, akşamın ilerleyen saatlerine intikal etmenin ve hala uykusuz olmamın getirdiği ( sanırım bünyem tüm adrenalin stoğunu o gün tüketti) yorgunlukla Barcelona Sants'a dönüyorum. Burada da gar temiz, metro kir pasak içinde. Eurolines office'e (bildiğin yazıhane) girip check-in yaptırıyorum. Evet bildiğiniz otobüs yoluluğu için. Yolda mola var mı diye soruyorum (sanki evet, Afyon Kolaylı tesislerinde diyecek.) Ama kadın bunun cevabı olarak oturacağım koltuğu markörle işaretliyor kağıtta. Acaba İspanyolca'da  'aslında annemle babam akrabaymış' a karşılık gelen bir şey mi dedim de kadın otobüse binme prosedürünü sıfırdan açıklıyor bana diye düşünüyorum. 

Toulouse otobüsü son derece pespaye. Tamam yolda bi meyveli kek& meyve suyu bile vermediniz, ama Avrupa'da seyahat bu mudur? En azından amortisörlü otobüs görseydi k.çmız. Zangır zangır sarsılıyorum yollarda.Otobüs değil sınırlararası roller-coaster. 
O otobüse bindikten tam 2 hafta sonra, gene bir gece arabasıyla bu nezih muhite tekrar ayak bastığımda, berabere ayrıldığım Barcelona'nın rövanşı başlıyor.Ki işim zor, karşı takımda Messi var.  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uluslararası Öğrenci Kartı Hezeyanı (ISIC Card)

Japonya 07: Kimono, Takogawa ve isimsiz Japon dizisi