E8 Hepsinden biraz Roma : Cesear, Mussolini, Berlusconi

Mazur görülebilecek bir akşam saatinde Roma'ya ulaştım. Metroya çok yakın bir hostel seçmiş olmanın verdiği umursamazlıkla, laktik asit manyağı olmuş bünyeme bir miktar daha eziyet etmeyeyim diye boyu benle bir sırt çantamla ağır ağır merdivenleri iniyorum.Etraftakiler koştur koştur. Roma metrosu İzmir metrosunun biraz pespaye bir türevi. Tren garı jilet gibi ama metro istasyonu leş.(ki ikisinin arası yürüyerek 2.5 dakika.)Roma haritasında istasyonlarıyla kocaman bir çarpı çizen iki hat mevcut. Mavi ve kırmızı. Benim hostel mavide.Kırmızı da Colosseo'dan başlıyor, Vatikan'a kadar yolu var.


Metrodan çıkınca, yanlış caddenin ortalarında hostel arayan iki finlandiyalı elemanla karşılaşıyorum. Hostel sitesindeki adrese göre öbür sokak ama googlemaps nankördür bir de eşrafa sorayım, elemanlar da bu kızlar bizi tenhaya götürdü kaybolduk onlar yüzünden demesin diyerek, evinin önüne çöp çıkaran bir hanım teyzeye soruyorum. Doğru yoldaymışım neyseki. Adresteki apartmanın otopark/avlusuna girince hostelin kapısını da fark ediyoruz. Bu esnada telefonum çalıyor: Babam.


Peder bey dünyanın neresinde olursam olayım muhit belirtmememe rağmen koordinasyonlarımı eliyle koymuş gibi bulma yetisine sahip. Google Earth'ten takip ettiğini düşünüyorum ya da doğumumda çip falan taktırdığını. Japonya'dayken 'Güncüm, ben otousan, Nara nasıl güzel mi? demişliği var. Bu sefer de mahcup etmeyerek ' hosteli nasıl bulduk?' diye mistik bir şekilde konuşmaya kafalama giriyor. İlk izlenimlerini kendisine aktardıktan sonra içeri girip resepsiyona dayanıyorum. O yorgunluk üzerine bir de kahkaha atmak üzereyim çünkü resepsiyonist aynı Bing Bang'teki Raj. Yorgun ve neşeli görünmemi dengesiz bulmuş olsa gerek, pasaportumu pek bir karıştırıyor. Sonunda, hostel odalarının kıtalara göre adlandırıldığı 'Ocenia' adındaki iki gecelik odamızın kapısına kadar eşlik ediyor bize.
Oda ince uzun. Semirmiş bir koridor gibi. 6 tane ranza uzunlamasına sol tarafa yapıştırılmış. Ki benim ranza en sonda. İnceden bir koğuş havası var. Odaya girince bir kaç saniye için Koreli kızların 'allah kurtasın bacım' diyeceğini bile düşündüm. Neyse yerleşiyorum, ranzanın altı da sağolsun daracık lahit gibi.


Ertesi gün sekizde yollara düşüp, metroyla Colosseum'a gidiyorum. Kendisi Roma eşrafından ünlü bir İtalya figürü - antik kalıntıların bulunduğu alanın hemen dibinde bulunuyor- ve bir arena. Aslanlar ve gladyatörlerin tepiştiği epik hikayelerin cereyan ettiği mekanların bir örneği yani. İçerisinde pek ilgili çekici bir şey yok ama mimari açıdan çekici bir dış cepheye sahip. Ufaktan dışı seni yakar içi beni kıvamında, çünkü girişi pek bir tuzlu.O civarında bir de gladyatör kostümlü, sıcaktan sucuk olmuş elemanlar dolaşıyor turistler fotoğraf çektirsin diye.


Colosseum'dan İtalyan Birliği Anıtı ve askeri müzesinin bulunduğu kısaca 'genelkurmay' diye tabir ettiğim beyaz mermer binaya doğru yollanıyoruz. Bu esnada gayet tabi antik alanı çevreleyen çitlerin yanından geçiyoruz ve bol bol resmediyoruz kalıntıları ve japon turistleri. Kalıntıların genel kurmayı arka cephesiyle birleştiği bir yokuş var, oradan antik alan (çakma efes) tam ekran görülebiliyor. Bir de epey eskice bir merdiven var,böyle ara kat gibi ama geldiğim yoldan erişimi olmayan 'orta bahçe' benzeri bir yere iniyor. Bu 'saklı bölgeyi' gezindikten sonra, genelkurmayı arkadan dolaştığım yere dönüp, az ilerisinde bir grup mitolojik heykelle karşılaşıyoruz. Dişi bir kurt tarafından emzirilen Roma'nın kurucuları Remus ve Romulus kardeşlerin heykeli bunlardan biri.
Orası, geniş ve uzuuun bir merdiven silsilesiyle aşağıdaki meydana bağlanıyor. Hemen dibinde de genelkurmay var zaten.Genelkurmay dedim durdum bir türlü giremedim farkındayım, ön cephesinde İtalyan birliği anıtının, içerisinde İtalya'nın resmi tarih nezdinde dalaştığı tüm ülkelere ait 'savaş hatıraları'nın barındığı bir müze bulunan, ipana beyazı mermerlerle kaplı kallavi bir bina. Roma'nın en güzel esen yerinde.Balkondan bakınca caddenin sonunda Popolo Meydanı ( isim çok enteresan biliyorum, insanların meydanı demekmiş) görünüyor. Zaten bu ikisini bağlayan cadde de pek ünlü. 




 Genelkurmay çıkışı, önce şehrin daha az turistik bölgelerini aradan çıkarmak adına, ters istikamette yol alıyoruz. Birkaç antik tiyatro sütunu, Kobe akvaryumunda da minyatür bir oyuncağını gördüğüm şu ilginç ağzı açık taş surat ( bağlantıyı ben de çözemedim), irili ufaklı kilisecikler ve nehir kenarında Roma trafiği.
Genelkurmaya geri dönüp bu sefer Roma'nın ağır topları olarak geçen Trevi Çeşmesi, İspanyol merdivenleri, Pantheon gibi mekanları ve haritada listelenmiş nice kalabalık meydanı ziyaret etmek için Roma'nın içine içine gireceğim ama önce beslenme saati: öğle yemeğinde değişiklik olsun diye gene pizza yiyorum. Dolapta meşrubat saklama teknolojisini neden geliştiremediklerini hala anlamıyorum.Artık gözümün önünden buzlu sprite, ice tea falan geçmeye başlıyor. Bir şeyi dolap sayesinde soğuk tutmak insan üstü bir teknoloji olmamalı. Bu yüzden İtalya beni sırf soğuk diye milkshake manyağı yaptı.
Roma bir milkshake le son bulmadı elbette, ama ben yazıyı tam da buradan ikiye ayırma gereği duydum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uluslararası Öğrenci Kartı Hezeyanı (ISIC Card)

Japonya 07: Kimono, Takogawa ve isimsiz Japon dizisi