Kayıtlar

Japonya 07: Kutlama, Himeji Kalesi, Makkurokurosuke

Resim
Hyogo'da Sasakilerle geçirdiğim haftayı yarıladığım saatlerde, İzmir'den telefon geldi. Annem telefon çıkan Reiko'ya ' moşmoş, gün okasan dez.'(moshi moshi, gün no okasan desu/ alo, günün annesi) şeklinde iyiniyetli bir replik atınca ve Reiko kikirdeyerek telefonu bana yönlendirince, sınav sonucumu bildirdi. O akşam sadece puanımı öğrendim, tercih sürecinin milletlerarası telefon faturasına ve msn ileti geçmişine yansıyan kallavi bir çekişme süreci de oldu ama Japonya macerası bitmeden şimdilerde mezun olmakla meşgul olduğum bu ilim irfan imparatorluğuna abone olacağım kesinleşmişti. Nerden nereye... Ben zıplarken Sasakiler de bu hezeyanımı merak içinde izlediler. Ne dediğimi çok net hatırlıyorum zira Japonca'da kurduğum en akıcı ikinci cümle oldu: 'Daigakuno shiken wo seikoshimashita.' (üniversite sınavını geçtim) Bir süre de birlikte zıpladık, sonra Anne Sasaki bunu kutlamamız gerektiğini söyledi. 'Amanın maytap?' demeye kalmadan arabaya dolu...

Japonya 07: Kimono, Takogawa ve isimsiz Japon dizisi

Sasakilerle tam bir hafta geçirdim ama her günü bir aktivitemiz olduğundan yazarken bir aymış gibi bir hisse kapılıyorum. Sorarsanız 'o kadar mı eğlenceliydi' demeliyim ki 'yedim bitirdim Japon kültürünü'. Kimono giymekten tutun çayına kuru pastasına, festivalinden 'aile içi' kutlamasına, alternatif eğitim sistemlerinden tapınaklarına ve Himeji kalesine dek dolu dolu bir 'Huzur Japonlarda' haftası geçirdim. Kimonoda kalmıştık. Reikonun annesinin yüz yaşında gösteren arkadaşına gittik. Ortam aynı son samuraidaki Katsumoto'nun evi ama laminant parkesi eksik. Teyze bize hemen çay getirdi en yeşilinden.O kokuyu duyunca hanımanne çimleri yeni biçmiş onları demledi sanmıştım.  Zira poşet şeklinde satılan ya da bir ice tea çeşidi olarak içtiğimiz yeşil çayla alakası yoktu.  Gayet tabi ilginçlik bununla bitmedi. Kadıncağız böyle silikon implantı gibi görünen  löpür löpür, jöleyle puding arasında kimlik sorunu yaşayan bir tatlı getirdi.'Japonlarda tatl...

Japonya '07 : 'The Sasakis'

Hyogo benim için orman, çayır,tarla ve 'Sasakiler' demek. Sonuncu saydığım Reikogillerin hanehalkına verilen genel ad. Nacizane diyebileceğim şu, Bir MFÖ albümüne yetecek kadar çok yağmur yağıyor ve sonunu elli metreden seçebileceğiniz korku filmlerindeki o puslu ve mistik atmosfer söz konusu, ancak arabasız ulaşım değil. 13 saat uçak, 2 saat Himeji yolculuğu üzerine yarım saatcik bir yolculukla ahşap bir villaya vardığımızda iner inmez mis gibi yağmur ve ağaç kokusu duydum, evin içindeyse çam reçinesi.

Japonya 07: 'Irasshaimase Gyunchan.'

Aylardan Temmuz, yıllardan 2007. Üniversite sınavı geçmiş gitmiş, tüm test kitaplarımı yakmışım, haftanın yedi günü sabahın altıbuçuğunda kalkıp okula veya dershaneye gitme sürecim son bulmuş, beyin hücrelerim sınav sonrası çalan özgürlük çanları sebebiyle damat halayı eşliğinde yardırıyor resmen. Lise birin ikinci döneminden beri öğrenmekte olduğum ikini yabancı dilimi de hesaba katarak tandığım çoğu insanın garipseyeceği bir coğrafyaya gitmek istedim: Japonya.

Vol 4.'Survivor' Coupiac

Resim
İki haftalık kampın ilk haftası kakara kikiri, festival, öğlen yemeklerinden sonra çimlerde sieasta, ilk sonunun yarısı da Albiyle geçip gitti. Pazar günü, ilk geldiğimizde kamp alanına ulaştıran amcalardan bir tanesi kampa uğrayıp, çiftliğine davet etti hepimizi.Gene konvoy şeklinde Coupiac'ın az dışında bir tenhaya gittik. Önce yaz sıcağında ağıla soktular bizi. Bir iki tane hindi vardı. Kampın solmayan güllerinden, biri İngiliz diğeri Fransız, adlarını Dumb&Dumber koyduğum iki elemandan (aka Ian ve Elliot) Dumb 'Gün hadi Türkçe konuş, hahaha' şeklinde vasat bir ifade sarf etti. Ben de hayvana dönüp- 'hindi' olana tabi, tüm sırıtkanlığımla 'Git şu dingilin suratına ..ç' şeklinde bir öneri sundum. Hindi, oralı olma dercesine ortalığı eşelemeye devam etti.  Ağıldan çıkarken de Dumber bana 'thanksgiving'te ne hissettiğimi sordu ciddi bir ifadeyle. Zaten dini bir yanı olmayan, Amerikanın yerlilerinden bugünün Amerikanlarına geçen bir geleneğin Avr...

Vol 3.Coupiac Kampı: Atıl yavrukurt...

Resim
Barcelona'dan Toulouse'a gene hava aydınlanmaya yakın varıp, garın lobisinde beklemeye başladım. Minibüsün saati gelince 20 kişilik bir araca doluştuk. Kampın yüzde sekseni o otobüsün içindeydi ama kim kimdi bilmiyordum. Şu kız kampa gidiyordur, şu veledin yaşı tutmaz zaten, bu bavulla binmiş kampa geleceğini sanmam vs şeklinde. Son duraktan bir önce minibüsün yarısı inince, kalanlar birbirimize bakıp gevrek gevrek 'hi!' dedik. Grup psikolojisine giriş. St. Sernin İki kamp lideri bizi karşıladı. Durağın az aşağındaki park yerinde ortayaş ve üstü 10 kişilik bir ekibi toplaşmış bize bakarken buldum. Thievy (çeribaşımız)  kafa sayımı yapıp önündeki listeden kontrol edince, bizi bu kalabalıkla tanıştırdı. Bizi kamp yerine götürmek için gelmişler.7 araba sünnet konvoyu gibi kampa gidecekmişiz, zira arabayla 20 dakikalık daha yol varmış. Averyon yaylarında açık hava kampı. Bu tarz bir tatili birkaç yüz euro ucuza kapatmıştım farkında değildim.

vol.2 Vicky ,Christina, Barcelona

Resim
Fragman: Barcelona'da net 4.5 gün. Akdeniz iklimi, sangria, flamenko, önce eciş bücüş sonra sevimli gelen binalar, tertemiz caddeler, cıvıl cıvıl mekanlar. Ne kadar kalacaksanız, gezecek o kadar şey var.İcat çıkarın. p.s. Gün'lük yazmaktansa aklımda kalanları ortaya kombo yapmak istedim, zira iki sene oldu... Toulouse seferinin ardından Barcelona Sants'a ikinci adım atışım. Son iki hafta içinde başına kötü bir şey gelmemişti neyseki. İndiğimde hava yeni aydınlanıyor ve metro henüz açılmamış. Bir yarım saat Eurolines'in ofisinde bekliyorum. Benle birlikte bekleyen, daha doğrusu yaban domuzu gibi horlayan iki Afro-amerikan delikanlı, bir de İskandinav olduğunu tahmin ettiğim, başı periyodik olarak önüne düşen 17 yaşlarında bir hanım kızımız var. Dün sabah altıda kalkmışım, gece dağlar&yollar formatında geçmiş ve Barcelona'ya yine şuurum uçurum kıyısında gezinirken merhaba demiş bulunmaktayım. Uykusuz her gece yorgun ölesiye... Barcelona metrosu son derece ş...