Kayıtlar

Barcelona 'Tres': Bir Akdeniz gastronomisi

Resim
Bloğun olay örgüsü o kadar dağıldı ki, Ayşenur'u Barcelona'da unutmuşum da taa ordan Sakız'a geçmişim gibi bir enteresanlık oluşmuş. Buna kısaca La Vida Loca'ya bir yunan adası kaçamağıyla ara verdim diyelim. Daha önceki Barcelona izlenimlerimi   Akdeniz Akşamları  ve Vicky, Christina, Messi  adı altında iletmiştim. Bu seferki 3 günlük Barcelona gezintisinde tekrara düşüp Gaudi zehirlenmesi geçirmemek gibi aklıselim bir eğilimle Rambla'dan ara sokaklara dalmak, sahilde gezinmek, hostel ekürisiyle sosyal etkinlik gerçekleştirmek gibi icraatlerimiz oldu.

Sakız Adası ve muhtelif yerel serüvenler...

Resim
Cumartesi sabahı 6 da kalktım. Kargalar bile siftah yapmamıştı. Çeşme otobüsü için Üçkuyulara, otobüsün otobandan gazlaması suretiyle Çeşme limanına ulaşmak ve feribot check-inimi yaptırmak kısa vadeli idealimdi. Bir grup yeşil pasaportlunun arkasında sıraya girip vezneye çıkış harcını bayıldıktan sonra, hayatımdaki en kısa süreli yurtdışı seyahatinin kurdelesini biçmek için pasaporttan geçtim. Havaalanı tekeli almış azizim. İnsan alelade bir gemiye binerken o gümrük prosedürü, o free shop u bile yavan gelmekte insana. Bir airbus ( ya da boeing) haftasonları eşşek adasına mayosunu içinden giymiş turist taşıyan kategoride bir gemiye nazaran daha itibar gördüğünden, sırasıydı puluydu haracıydı mezatıydı tüm o prosedüre değiyor. Çeşme limanında durum biraz acıklı: Karşıyaka iskelesinin az semirmiş bir versiyonunun kapısına iki gümrük polisi dikmişler olmuş emaneten sınır kapısı. Free shopu bile var ama insanı 'sınırötesi' moda sokmaya yetersiz.

Paris 'deuxieme': Bir Louvre, bir Eiffel, bir Versailles

Resim
Ertesi gün Louvre Müzesiyle başladık. Piramitimizden girip, 14 euroluk sadece müze kısmının değil de bodrum kattaki güncel sergileri de gezebileceğimiz bileti alarak, önceden Ayşenur'un not aldığı belli demirbaşları (efenim bir Michalengelo, Da Vinci vb.) ziyaret etmek için Richelieu'den girdik . O havadar ve mermer döşenmiş mitolojik avluyu pek beğendim. Beğenmediğim ise turistik bir mekanda çalıştığından habersiz/şuursuz Fransız görevlinin Fransa bayrağı gibi dalgalanarak Ayşenur'u İngilizce konusunda fırçalaması oldu. 'Çağ'a ayak uydurmanın gerektirdiği moda değişikliği vb. konularda heykeller üzerinden epey bilgilendikten sonra tablolara geçtik. 'Denon' pavyonuna. Louvre'un kısımlarına pavillon denmekte ki okunuşu direk 'pavyon'. Son derece sanatsal ve entelektüel güdümlü bir insanın 'Denon pavyonunda Mona Lisa'yı çok methettiler ona geldik' demesinde niyet olarak hiçbir fesatlık yokken bile bu talihsiz anlam daralması derin

Paris 'premiere': Beauvais koydum adını...

Resim
Monşer diyarından selamlar. Paris'ten başlamak suretiyle bir sınırlarötesi macerayla daha sizlerleyim. Bir zamanlar Türk diplomatlarının bombalı saldırı nedeniyle bileşenlerine ayrıldığı o ünlü Orly Havaalanına akşam saatlerinde intikal ederek Ayşenur ve Oli ile buluştum. Ertesi sabah başlayacak Paris turundan önce, temel insani ihtiyaçlardan 'barınmayı' yerine getirmek için ailemizin nezih pansiyonu İbiş'e yollandık. O ana dek hiç havaalanı otelinde kalmamıştım ve Aysenurun okuduğu saniyede teyit edeceği üzere havaalanı bankına devrilip üstüne rüya görebilmek gibi tedirgin edici bir meziyete sahiptim.  Bu esnada Ayşenur'un Barcelona'ya hangi havaalanından geçeceğimize dair Oli ile atlattığı diyalogtan haberim oldu. Bunun için de izleyicilerden fikir almak istedim: Ağzı diş macunu dolu birinin gür bir sesle cümleler kurmasına benzer (ya da son zamanlarda duyduğum başka bir benzetmeyle küçük çocukların konuşmaya yeni yeni başlarken uydurdukları o peltek konuşm

Japonya 07: Bambi aslen Nara'lıymış...

Resim
Ben gittiğimde aynen böyle görünüyordu:

Japonya 07: Kochira wa Oosakaaaa!!

Osaka'da geçirdiğim üç hafta, okul-tren-ev bağlantısı arz ettiğinden metrekareye düşen enstantene ortalaması daha seyrek olur, bir haftadan sonra alışırım demiştim. Organizasyonun gezinti etabı haftasonu Moriguchiler eşliğinde cereyan edeceğinden, haftanın beş günü daha yerel keşiflerle yetinmem gerekiyordu. Yerel keşiflerimi özetlemek gerekirse Moriguchilerin evi, metro, Family Mart (aka Famima) ve Higashi Osaka denen semtin ara sokakları ( yanlış durakta inmişim). Yuka ve Takashinin ev bir 'nohut oda bakla sofa' numunesi. İkeadaki o daracık ev maketinin Japon ezgileriyle süslenmiş versiyonu. Salonun ortasında kallavi bir tavşan ve kafesi var (hayatımda gördüğüm en hımbıl yaratıktı ve adını da unuttum ama ben ona içimden hep 'baka usagi' diyeceğim). Evin en ilginç kısmı banyonun yarısını kaplayan kombi ve diğer yarısının icabına bakmış lahitti sanırım. En kötü ihtimalle Takashi geceleri göğsüne bir haç yerleştirip acıkıncaya dek orada transa geçiyordur ya da fan

Japonya 07: Tapınak, Kobe Akvaryumu ve Hyogo'ya veda

Resim
Sasakilerle oksijen diyarı Hyogo'da geçirdiğim bir haftalık süreç, 3 haftalık yoğun dil kursuna başlamak için Osaka'ya transfere olmamla sona erecekti. Bu sakin, kendiliğinden rehabilite, gereğinden fazla huzurlu muhitte Reichan ( Reikocuğum'un Japonca ve daha az kulak tırmalayan versiyonu)'la Japon kültürünü yemiş bitirmiş ( harakiri haricinde), pirinç tarlalarında Heidi edasıyla koşturmuş, ipine kuşağına dek  kimonoyu giymiş, Himeji Kalesini tavaf etmiş, eser miktarda karadeniz iklimine maruz kalmış Japonla tanışmıştım. Ancak şuursuzca 'ortam güzel, emekli olunca beyi de alır buralara yerleşirim, toplaşıp pirincin taşını ayıklar, bu esnada o akıllara zarar dizilerinizi izler, bir gün sebzeli öbür gün nohutlu ama bir şekilde her allahın günü bire bir buçuk pilav yaparız.' boyutuna gelecek kadar kafayı kırmamıştım... Hyogo defteri, evcek tapınakta verilen bir yemeğe ve hemen ertesi gün büyük akvaryumu görmek için Kobe'ye gitmeden kapanmayacağından 'tap