Kayıtlar

2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Barcelona 'Tres': Bir Akdeniz gastronomisi

Resim
Bloğun olay örgüsü o kadar dağıldı ki, Ayşenur'u Barcelona'da unutmuşum da taa ordan Sakız'a geçmişim gibi bir enteresanlık oluşmuş. Buna kısaca La Vida Loca'ya bir yunan adası kaçamağıyla ara verdim diyelim. Daha önceki Barcelona izlenimlerimi   Akdeniz Akşamları  ve Vicky, Christina, Messi  adı altında iletmiştim. Bu seferki 3 günlük Barcelona gezintisinde tekrara düşüp Gaudi zehirlenmesi geçirmemek gibi aklıselim bir eğilimle Rambla'dan ara sokaklara dalmak, sahilde gezinmek, hostel ekürisiyle sosyal etkinlik gerçekleştirmek gibi icraatlerimiz oldu.

Sakız Adası ve muhtelif yerel serüvenler...

Resim
Cumartesi sabahı 6 da kalktım. Kargalar bile siftah yapmamıştı. Çeşme otobüsü için Üçkuyulara, otobüsün otobandan gazlaması suretiyle Çeşme limanına ulaşmak ve feribot check-inimi yaptırmak kısa vadeli idealimdi. Bir grup yeşil pasaportlunun arkasında sıraya girip vezneye çıkış harcını bayıldıktan sonra, hayatımdaki en kısa süreli yurtdışı seyahatinin kurdelesini biçmek için pasaporttan geçtim. Havaalanı tekeli almış azizim. İnsan alelade bir gemiye binerken o gümrük prosedürü, o free shop u bile yavan gelmekte insana. Bir airbus ( ya da boeing) haftasonları eşşek adasına mayosunu içinden giymiş turist taşıyan kategoride bir gemiye nazaran daha itibar gördüğünden, sırasıydı puluydu haracıydı mezatıydı tüm o prosedüre değiyor. Çeşme limanında durum biraz acıklı: Karşıyaka iskelesinin az semirmiş bir versiyonunun kapısına iki gümrük polisi dikmişler olmuş emaneten sınır kapısı. Free shopu bile var ama insanı 'sınırötesi' moda sokmaya yetersiz.

Paris 'deuxieme': Bir Louvre, bir Eiffel, bir Versailles

Resim
Ertesi gün Louvre Müzesiyle başladık. Piramitimizden girip, 14 euroluk sadece müze kısmının değil de bodrum kattaki güncel sergileri de gezebileceğimiz bileti alarak, önceden Ayşenur'un not aldığı belli demirbaşları (efenim bir Michalengelo, Da Vinci vb.) ziyaret etmek için Richelieu'den girdik . O havadar ve mermer döşenmiş mitolojik avluyu pek beğendim. Beğenmediğim ise turistik bir mekanda çalıştığından habersiz/şuursuz Fransız görevlinin Fransa bayrağı gibi dalgalanarak Ayşenur'u İngilizce konusunda fırçalaması oldu. 'Çağ'a ayak uydurmanın gerektirdiği moda değişikliği vb. konularda heykeller üzerinden epey bilgilendikten sonra tablolara geçtik. 'Denon' pavyonuna. Louvre'un kısımlarına pavillon denmekte ki okunuşu direk 'pavyon'. Son derece sanatsal ve entelektüel güdümlü bir insanın 'Denon pavyonunda Mona Lisa'yı çok methettiler ona geldik' demesinde niyet olarak hiçbir fesatlık yokken bile bu talihsiz anlam daralması derin

Paris 'premiere': Beauvais koydum adını...

Resim
Monşer diyarından selamlar. Paris'ten başlamak suretiyle bir sınırlarötesi macerayla daha sizlerleyim. Bir zamanlar Türk diplomatlarının bombalı saldırı nedeniyle bileşenlerine ayrıldığı o ünlü Orly Havaalanına akşam saatlerinde intikal ederek Ayşenur ve Oli ile buluştum. Ertesi sabah başlayacak Paris turundan önce, temel insani ihtiyaçlardan 'barınmayı' yerine getirmek için ailemizin nezih pansiyonu İbiş'e yollandık. O ana dek hiç havaalanı otelinde kalmamıştım ve Aysenurun okuduğu saniyede teyit edeceği üzere havaalanı bankına devrilip üstüne rüya görebilmek gibi tedirgin edici bir meziyete sahiptim.  Bu esnada Ayşenur'un Barcelona'ya hangi havaalanından geçeceğimize dair Oli ile atlattığı diyalogtan haberim oldu. Bunun için de izleyicilerden fikir almak istedim: Ağzı diş macunu dolu birinin gür bir sesle cümleler kurmasına benzer (ya da son zamanlarda duyduğum başka bir benzetmeyle küçük çocukların konuşmaya yeni yeni başlarken uydurdukları o peltek konuşm

Japonya 07: Bambi aslen Nara'lıymış...

Resim
Ben gittiğimde aynen böyle görünüyordu:

Japonya 07: Kochira wa Oosakaaaa!!

Osaka'da geçirdiğim üç hafta, okul-tren-ev bağlantısı arz ettiğinden metrekareye düşen enstantene ortalaması daha seyrek olur, bir haftadan sonra alışırım demiştim. Organizasyonun gezinti etabı haftasonu Moriguchiler eşliğinde cereyan edeceğinden, haftanın beş günü daha yerel keşiflerle yetinmem gerekiyordu. Yerel keşiflerimi özetlemek gerekirse Moriguchilerin evi, metro, Family Mart (aka Famima) ve Higashi Osaka denen semtin ara sokakları ( yanlış durakta inmişim). Yuka ve Takashinin ev bir 'nohut oda bakla sofa' numunesi. İkeadaki o daracık ev maketinin Japon ezgileriyle süslenmiş versiyonu. Salonun ortasında kallavi bir tavşan ve kafesi var (hayatımda gördüğüm en hımbıl yaratıktı ve adını da unuttum ama ben ona içimden hep 'baka usagi' diyeceğim). Evin en ilginç kısmı banyonun yarısını kaplayan kombi ve diğer yarısının icabına bakmış lahitti sanırım. En kötü ihtimalle Takashi geceleri göğsüne bir haç yerleştirip acıkıncaya dek orada transa geçiyordur ya da fan

Japonya 07: Tapınak, Kobe Akvaryumu ve Hyogo'ya veda

Resim
Sasakilerle oksijen diyarı Hyogo'da geçirdiğim bir haftalık süreç, 3 haftalık yoğun dil kursuna başlamak için Osaka'ya transfere olmamla sona erecekti. Bu sakin, kendiliğinden rehabilite, gereğinden fazla huzurlu muhitte Reichan ( Reikocuğum'un Japonca ve daha az kulak tırmalayan versiyonu)'la Japon kültürünü yemiş bitirmiş ( harakiri haricinde), pirinç tarlalarında Heidi edasıyla koşturmuş, ipine kuşağına dek  kimonoyu giymiş, Himeji Kalesini tavaf etmiş, eser miktarda karadeniz iklimine maruz kalmış Japonla tanışmıştım. Ancak şuursuzca 'ortam güzel, emekli olunca beyi de alır buralara yerleşirim, toplaşıp pirincin taşını ayıklar, bu esnada o akıllara zarar dizilerinizi izler, bir gün sebzeli öbür gün nohutlu ama bir şekilde her allahın günü bire bir buçuk pilav yaparız.' boyutuna gelecek kadar kafayı kırmamıştım... Hyogo defteri, evcek tapınakta verilen bir yemeğe ve hemen ertesi gün büyük akvaryumu görmek için Kobe'ye gitmeden kapanmayacağından 'tap

Japonya 07: Kutlama, Himeji Kalesi, Makkurokurosuke

Resim
Hyogo'da Sasakilerle geçirdiğim haftayı yarıladığım saatlerde, İzmir'den telefon geldi. Annem telefon çıkan Reiko'ya ' moşmoş, gün okasan dez.'(moshi moshi, gün no okasan desu/ alo, günün annesi) şeklinde iyiniyetli bir replik atınca ve Reiko kikirdeyerek telefonu bana yönlendirince, sınav sonucumu bildirdi. O akşam sadece puanımı öğrendim, tercih sürecinin milletlerarası telefon faturasına ve msn ileti geçmişine yansıyan kallavi bir çekişme süreci de oldu ama Japonya macerası bitmeden şimdilerde mezun olmakla meşgul olduğum bu ilim irfan imparatorluğuna abone olacağım kesinleşmişti. Nerden nereye... Ben zıplarken Sasakiler de bu hezeyanımı merak içinde izlediler. Ne dediğimi çok net hatırlıyorum zira Japonca'da kurduğum en akıcı ikinci cümle oldu: 'Daigakuno shiken wo seikoshimashita.' (üniversite sınavını geçtim) Bir süre de birlikte zıpladık, sonra Anne Sasaki bunu kutlamamız gerektiğini söyledi. 'Amanın maytap?' demeye kalmadan arabaya dolu

Japonya 07: Kimono, Takogawa ve isimsiz Japon dizisi

Sasakilerle tam bir hafta geçirdim ama her günü bir aktivitemiz olduğundan yazarken bir aymış gibi bir hisse kapılıyorum. Sorarsanız 'o kadar mı eğlenceliydi' demeliyim ki 'yedim bitirdim Japon kültürünü'. Kimono giymekten tutun çayına kuru pastasına, festivalinden 'aile içi' kutlamasına, alternatif eğitim sistemlerinden tapınaklarına ve Himeji kalesine dek dolu dolu bir 'Huzur Japonlarda' haftası geçirdim. Kimonoda kalmıştık. Reikonun annesinin yüz yaşında gösteren arkadaşına gittik. Ortam aynı son samuraidaki Katsumoto'nun evi ama laminant parkesi eksik. Teyze bize hemen çay getirdi en yeşilinden.O kokuyu duyunca hanımanne çimleri yeni biçmiş onları demledi sanmıştım.  Zira poşet şeklinde satılan ya da bir ice tea çeşidi olarak içtiğimiz yeşil çayla alakası yoktu.  Gayet tabi ilginçlik bununla bitmedi. Kadıncağız böyle silikon implantı gibi görünen  löpür löpür, jöleyle puding arasında kimlik sorunu yaşayan bir tatlı getirdi.'Japonlarda tatl

Japonya '07 : 'The Sasakis'

Hyogo benim için orman, çayır,tarla ve 'Sasakiler' demek. Sonuncu saydığım Reikogillerin hanehalkına verilen genel ad. Nacizane diyebileceğim şu, Bir MFÖ albümüne yetecek kadar çok yağmur yağıyor ve sonunu elli metreden seçebileceğiniz korku filmlerindeki o puslu ve mistik atmosfer söz konusu, ancak arabasız ulaşım değil. 13 saat uçak, 2 saat Himeji yolculuğu üzerine yarım saatcik bir yolculukla ahşap bir villaya vardığımızda iner inmez mis gibi yağmur ve ağaç kokusu duydum, evin içindeyse çam reçinesi.

Japonya 07: 'Irasshaimase Gyunchan.'

Aylardan Temmuz, yıllardan 2007. Üniversite sınavı geçmiş gitmiş, tüm test kitaplarımı yakmışım, haftanın yedi günü sabahın altıbuçuğunda kalkıp okula veya dershaneye gitme sürecim son bulmuş, beyin hücrelerim sınav sonrası çalan özgürlük çanları sebebiyle damat halayı eşliğinde yardırıyor resmen. Lise birin ikinci döneminden beri öğrenmekte olduğum ikini yabancı dilimi de hesaba katarak tandığım çoğu insanın garipseyeceği bir coğrafyaya gitmek istedim: Japonya.

Vol 4.'Survivor' Coupiac

Resim
İki haftalık kampın ilk haftası kakara kikiri, festival, öğlen yemeklerinden sonra çimlerde sieasta, ilk sonunun yarısı da Albiyle geçip gitti. Pazar günü, ilk geldiğimizde kamp alanına ulaştıran amcalardan bir tanesi kampa uğrayıp, çiftliğine davet etti hepimizi.Gene konvoy şeklinde Coupiac'ın az dışında bir tenhaya gittik. Önce yaz sıcağında ağıla soktular bizi. Bir iki tane hindi vardı. Kampın solmayan güllerinden, biri İngiliz diğeri Fransız, adlarını Dumb&Dumber koyduğum iki elemandan (aka Ian ve Elliot) Dumb 'Gün hadi Türkçe konuş, hahaha' şeklinde vasat bir ifade sarf etti. Ben de hayvana dönüp- 'hindi' olana tabi, tüm sırıtkanlığımla 'Git şu dingilin suratına ..ç' şeklinde bir öneri sundum. Hindi, oralı olma dercesine ortalığı eşelemeye devam etti.  Ağıldan çıkarken de Dumber bana 'thanksgiving'te ne hissettiğimi sordu ciddi bir ifadeyle. Zaten dini bir yanı olmayan, Amerikanın yerlilerinden bugünün Amerikanlarına geçen bir geleneğin Avr

Vol 3.Coupiac Kampı: Atıl yavrukurt...

Resim
Barcelona'dan Toulouse'a gene hava aydınlanmaya yakın varıp, garın lobisinde beklemeye başladım. Minibüsün saati gelince 20 kişilik bir araca doluştuk. Kampın yüzde sekseni o otobüsün içindeydi ama kim kimdi bilmiyordum. Şu kız kampa gidiyordur, şu veledin yaşı tutmaz zaten, bu bavulla binmiş kampa geleceğini sanmam vs şeklinde. Son duraktan bir önce minibüsün yarısı inince, kalanlar birbirimize bakıp gevrek gevrek 'hi!' dedik. Grup psikolojisine giriş. St. Sernin İki kamp lideri bizi karşıladı. Durağın az aşağındaki park yerinde ortayaş ve üstü 10 kişilik bir ekibi toplaşmış bize bakarken buldum. Thievy (çeribaşımız)  kafa sayımı yapıp önündeki listeden kontrol edince, bizi bu kalabalıkla tanıştırdı. Bizi kamp yerine götürmek için gelmişler.7 araba sünnet konvoyu gibi kampa gidecekmişiz, zira arabayla 20 dakikalık daha yol varmış. Averyon yaylarında açık hava kampı. Bu tarz bir tatili birkaç yüz euro ucuza kapatmıştım farkında değildim.

vol.2 Vicky ,Christina, Barcelona

Resim
Fragman: Barcelona'da net 4.5 gün. Akdeniz iklimi, sangria, flamenko, önce eciş bücüş sonra sevimli gelen binalar, tertemiz caddeler, cıvıl cıvıl mekanlar. Ne kadar kalacaksanız, gezecek o kadar şey var.İcat çıkarın. p.s. Gün'lük yazmaktansa aklımda kalanları ortaya kombo yapmak istedim, zira iki sene oldu... Toulouse seferinin ardından Barcelona Sants'a ikinci adım atışım. Son iki hafta içinde başına kötü bir şey gelmemişti neyseki. İndiğimde hava yeni aydınlanıyor ve metro henüz açılmamış. Bir yarım saat Eurolines'in ofisinde bekliyorum. Benle birlikte bekleyen, daha doğrusu yaban domuzu gibi horlayan iki Afro-amerikan delikanlı, bir de İskandinav olduğunu tahmin ettiğim, başı periyodik olarak önüne düşen 17 yaşlarında bir hanım kızımız var. Dün sabah altıda kalkmışım, gece dağlar&yollar formatında geçmiş ve Barcelona'ya yine şuurum uçurum kıyısında gezinirken merhaba demiş bulunmaktayım. Uykusuz her gece yorgun ölesiye... Barcelona metrosu son derece ş

Vol.1 Barcelona :Gaudi'yle sahilde 'Akdeniz Akşamları'

Resim
2009 temmuzu.Yaz okulu bitmiş İzmire dönmüşüm, bir iki hafta takılıp Güney Fransadaki kampa uyku tulumum ve çadırım eşliğinde - hayır kurmadan götüreceğim) tek başıma yollara vuracağım. Kamp da bir uluslararası gönüllü organizasyonu. 2 veya 3 hafta süren -projenin içeriğine göre, construction veya environmental seçtiyseniz, tenha bir kırsalda farklı uluslardan 15 insan evladıyla birlikte yerleşik yaşamı nispeten ilkel yollarla sürdüreceğiniz bir sinerji demek. Kameraların olmadığı bir nevi 'Survivor'. Toulouse (Güney Fransa) a ulaşmak için Paris üzerinden bir ulaşım planı göndermiş bana organizasyon. Paris'ten binilecek tren, ondan sonra binilecek başka bir tren ve otobüs. Bana dair sorumlulukları, kampa adım attığım anda imzalayacağım belgeyle başlayacağından, Paris'i falan karıştırmadan Toulouse'a ulaşmanın yollarını aramaya başladım. Çözüm Fransa'nın hemen altındaydı: İspanya. Kuzey İspanya. Hatta Akdeniz'e bakan Katalan incisi Barcelona. Barcelona'

E9:Brütüs,Pavarotti ve Papa

Resim
En son dolapta soğuk içeçek bulundurmayan Roma marketlerine sayıp döküyordum. Beslenme saati bittikten sonra bayram ziyaretine gider gibi yollarına vurduğumuz güzide mekanlara dönelim. Kronolojik ve coğrafi sırayla,     Trevi çeşmesi : A şıklar çeşmesi diye de anılabilirmiş. Ama ben heykel ve havuzdan ibaret bir çeşmeyi daha da turistik yapmak için konsepte küçük kırmızı kalpler doldurma fikrine biraz tavım. Neyse sol omzunun üstünden para atarsan Romaya bir daha gelirmişim. Bir de bunun dileğinin gerçekleşmesi gibi bir varyasyonu da var. Karınca kararınca ritüele olan saygımdan para fırcıtma olayını gerçekleştiriyorum.Yakınımızdaki hatunlar da sırayla 'hayatının erkeğini bulmayı dileyerek 5 cent atıyor omzunun üzerinden, beş centlik adam bulursan çeşmeye b.k atma yalnız diyorum anadilimde. Müberra beni turistik zırvalar konusundaki acımasız radikalliğimle kabul ettiğini belirtiyor bu esnada.   Pantheon taş bir kilise mi desem anıt-yapı mı bilemedim, kilise yerleşimli a

E8 Hepsinden biraz Roma : Cesear, Mussolini, Berlusconi

Resim
Mazur görülebilecek bir akşam saatinde Roma'ya ulaştım. Metroya çok yakın bir hostel seçmiş olmanın verdiği umursamazlıkla, laktik asit manyağı olmuş bünyeme bir miktar daha eziyet etmeyeyim diye boyu benle bir sırt çantamla ağır ağır merdivenleri iniyorum.Etraftakiler koştur koştur. Roma metrosu İzmir metrosunun biraz pespaye bir türevi. Tren garı jilet gibi ama metro istasyonu leş.(ki ikisinin arası yürüyerek 2.5 dakika.)Roma haritasında istasyonlarıyla kocaman bir çarpı çizen iki hat mevcut. Mavi ve kırmızı. Benim hostel mavide.Kırmızı da Colosseo'dan başlıyor, Vatikan'a kadar yolu var. Metrodan çıkınca, yanlış caddenin ortalarında hostel arayan iki finlandiyalı elemanla karşılaşıyorum. Hostel sitesindeki adrese göre öbür sokak ama googlemaps nankördür bir de eşrafa sorayım, elemanlar da bu kızlar bizi tenhaya götürdü kaybolduk onlar yüzünden demesin diyerek, evinin önüne çöp çıkaran bir hanım teyzeye soruyorum. Doğru yoldaymışım neyseki. Adresteki apartmanın otopark/

E7 Siena ve Pisa :Yollarda bulurum seni...

Resim
Fragman:  Siena: Sakin, mırıl, manzarası güzel. İtalyan usulü kafa dinleme tesisleri.İnsanın gözüne gözüne giren beton yığınları yok. Konuşabiliyor olsa muhtemelen 'turistik, tarihi ve çekiciyim ama aynı zamanda mütevaziyim kahretsin' der. Pisa : Sıkış tepiş, mimari falsodan meşhur olmuş bir kulesi var diye gördüğü ilgi de abartılı. En azından kule ve  kiliseden ibaret turistik alandaki çimleri rahat. Şezlong getirin. İki en olmadı üç saatte gezebileceğimize dair sürrealist bir 'turistik' özgüvene kapılıp, e 4'teki trenle döneriz derken, Siena'ya vardığımızda garın turistik merkeze son derece uzak olduğunu ve otobüs beklememiz gerektiğini öğreniyoruz. Öyle gardan çıktım, caddeyi geçtim, meydanı buldum olayı burada tıraş. Akşam 6.30 trenine kaldık. Merkeze giden otobüsün durağını bulmaksa ayrı bir çile. Çünkü 15 dakikalık arama kurtarma çalışması sonucunda öğrendiğim kadarıyla durak bir alışveriş merkezinin bodrumundan kalkıyor. O gün cavcav sıcakta Siena

E6 Bologna ve Floransa : Toscana surlarına dayanmak...

Resim
Fragman: Bologna sıradan, Floransa güzel ve şehirden çok bir açıkhava rönesans müzesi. Venedik'ten Bologna trenine atlayarak sürdürdüğüm turistik serüvenler dizisinin bu bölümünde konumuz 'günübirlik' bir Bologna ve 2.5 günlük bir Floransa. Bologna için anahtar sözcük: kiremit kırmızısı. Eser miktarda kırmızımsı bina var ve mimari tonların yanısıra ideolojik nedenlerle de kırmızı bir şehirmiş, faşo Mussolini'ye direnirken verdikleri şehitlere ait bir pano asılı merkezdeki meydanda. Derste olduğundan bir expresso'sunu içemediğimiz Umberto Eco amcamızın hocalık yaptığı, Avrupa'nın ilk yükseköğretim kurumu olan Bologna Üniversitesi de meydanın az ilerisinde bulunmakta(bir girişi var, bildiğiniz han kapısı).O zamanlar Oxford, Cambridge yok tabi. Meydanda bir adet mitolojik fıskiye-heykel var.Tepede Poseidon amcamız duruyor, mızrağından anladığım kadarıyla.Etrafındakiler de amaçsızca tırmanıyorlar. Tüm şehir 2 saatte yürüyerek gezilebilir, iki tane yaradana yan

E5 Venedik: Beni kör kanallarda gondolsuz bıraktın...

Resim
Fragman: Orienteering'e ilginiz varsa kaçırmayın & 'Tourist' filmini izleyin. Venedik Santa Lucia istasyonuna hava kararmaya yakın varmış bulunmaktayız.Öncelikle gardan çıkar çıkmaz karşılaşılan manzara: yukarıdaki karede belirtildiği gibi. Mekanlar değişken, insanlar çeşitli. Tek bir şey sabit: Metrekareye düşen turist yoğunluğu. Venedik'i bir italyan şehri değil, bir birleşmiş milletler kampı şeklinde tanımlıyorum bu nedenle. Hava kararmadan hosteli bulup eşyalarımızdan kurtulmak istiyoruz. Ki Milan'da hostel bulmaya benzemiyor. Hostel sitesi ve google mapsten ortaklaşa edindiğim adrese göre, 2 köprü geçip , tam üçüncüye gelecekken sağa bakmam gerekiyor.Sokak adı denen pratik şeye antipati duyduklarına kanaat getiriyorum ve numaraları takip edene kadar şöyle 2.5km yürümüş oluyoruz.sonunda 16. yydan kalma 3 katlı bir binaya ulaşıyoruz. Hostelin salonu denebilecek mekana ulaşınca, saniyesinde 'Legolas' lakabı taktığım uzun sarı saçlı sıska eleman bize

Episode 3: Che è la vita in italiano, senorita...Milan ve Verona

Resim
Konstanz'dan Zürih'e döndük ve aylar öncesinden 20 euroya kapattığımız biletin muhatabı olan treni beklemeye başladık.Yolumuz yaklaşık 3 saat.İsviçre Alplerinin içinden geçiyoruz..Paso çayır, vadi, yayla. Gözümün önüne Heidi, Clara, Peter, Heidinin alkolik dedesi, milka reklamları, mor inekler falan gelmeye başladı. Görüntüler akıp gitti, tünellere girip çıkıldı, yolcuların çoğu indi. İtalya sınırlarına dayandık. Bir ara göl görüyorum ki durağın adı Como. İtalyanın nerdeyse en güzel mekanlarından biri ama gezi programını coğrafi ve zamanlama açısından katledecek terslikte olduğundan ne yazık ki başka bahara erteliyorum. Milana sağ sağlim ulaştım.Gardan çıkıp hostele giden sarı otobüsü bekliyorum. Tıngır mıngır hostele geldikten sonra, bir de kapısını bulmak kalıyor ki apartmanın iç avlusunda bulunmaktaymış kendisi ve zil çalışmıyor. Yan apartmanın görevlisi olduğuna sandığım Super Mario, kapıyı açıyor ve 6'dan beri ayakta, saat 4 olmuş, 2 tren yolculuğu ve bir otobüs tü